FESİH BOZAN YAZDI: ADAMIN VAR MI?
Türkiye’de son dönemlerde kamu kurumları, Belediyelerde ve Büyük Şirketlerde yapılan işçi-memur alımlarında, mülakatlarda, ihalelerde, resmi işlemlerde ve çeşitli hizmetlerde, bilgi, tecrübe, ehliyet ve liyakat yerine torpil, siyasi ve kişisel bağlantıların öne çıktığı görülmektedir. Önceden yok muydu elbette vardı. Ama AKP iktidarıyla bunun ayuka çıktığını ve sıradanlaştığını görüyoruz. Halbuki dindar ve muhafazakar diye dindarların oy verdiği bir partinin iktidarında bunların hiç olmaması gerekmez miydi? Demek ki kişilerin söz ve görüntüsüne kanmamalı, icraatlarına bakılmalıdır.
Liyakat yerine adamcılık, devlet mekanizmasının işleyişinde ciddi sorunlara yol açmakta; toplumsal güveni, adalet duygusunu, kul hakkını, ehliyet, liyakat ve ahlaki değerleri derinden zedelemektedir.
Oysa devletin asli görevi; adaleti sağlamak, herkese eşit mesafede durmak ve hizmeti tüm vatandaşlara eşit şekilde sunmaktır. Ancak günümüzde vatandaş, en basit işini dahi halledebilmek için bir “tanıdık” aramak zorunda kaldığına üzülerek şahit oluyoruz.
Yasal prosedürler, yönetmelikler, ehliyet, liyakat, bilgi, tecrübe, kul hakkı ve adalet ilkeleri hep ikinci planda kalıyor. Soru hep aynı: “Adamın var mı?”
Adalet ve Liyakat
Adalet, bireyin devlete olan güvenini ve toplumsal barışı sağlar.
Liyakat ise kişilerin bilgi, yetenek, performans ve tecrübesine göre değerlendirilmesini öngörür.
Ne yazık ki son yıllarda Türkiye’de kamu kurumlarında işe alım, terfi, ihale ve diğer resmi işlemlerde liyakat yerine adamcılık belirleyici hale gelmiştir. Bu durum:
Ekonomik Boyut: Liyakatsız atamalar ve ihaleler, kaynak israfına, verimsizliğe, kalitesiz hizmete ve nihayetinde ülkenin rekabet gücünün düşmesine neden olur. Yetkin olmayan insanların kilit pozisyonlara gelmesi, yanlış kararlara ve ekonomik krizlere zemin hazırlayabilir. Beyin Göçü: Liyakatın değersizleştiği bir sistemde, en yetenekli ve çalışkan bireyler (doktorlar, mühendisler, akademisyenler vb.) kendilerine değer verilen ülkelere göç etme eğiliminde olur. Bu da ülkenin insan sermayesini zayıflatır. Kul Hakkı: Liyakatsiz bir atama yapmak, o pozisyona layık olan diğer kişinin hakkını yemektir (kul hakkıdır). Halkın vergileriyle ödenen maaşları, liyakatsiz kişilere ödemek israftır ve toplumun hakkını yemektir. Barış: Toplumda kin, nefret, ötekileştirme ve ayrışmayı besliyor, Adalet: Vatandaşlarda adalet ve eşitlik inancını yok ediyor...Toplumsal Ahlak ve Güven Erozyonu
Ehliyet ve liyakat yerine, adamcılığın hâkim olması yalnızca kamu kurumlarını değil, fert ve toplumu da çürütüyor. İnsanlar artık çalışarak, okuyarak, emek vererek bir yerlere gelemeyeceklerine inandıkları için, torpil mekanizmasının bir parçası haline geliyor.
Böylece:
Emek, bilgi ve yetenek değersizleşir, Çalışma ve öğrenme motivasyonu zayıflar, Birey ve toplumda ahlaki çürüme başalar; umut, adalet, kul hakkı, liyakat ve emeğe saygı ortadan kalkar.Bu süreç önlenebilir mi? Elbette. Bunun tedavisi ve önlenmesi için başta iktidar mensupları olmak üzere, siyasetçiden bürokrata, fertten topluma herkes samimi bir irade ortaya koymalıdır.
Tabii ki burada en büyük görev, iktidar ve ortaklarına düşmektedir. İşçi alımları, ihaleler, tayin ve terfilerde; Bakan, Milletvekili, İl veya İlçe Başkanlarından referans istenmesine son verilmelidir.
Atama, terfi ve işe alımlar; akrabalık, adamcılık veya siyasi sadakate göre değil, ehliyet, liyakat, başarı, performans ve adalet esasına göre yapılmalıdır. Devletin bütün kurumlarında şeffaflık, hesap verilebilirlik ve denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir. Mülakatlar tamamen kaldırılmalı ya da kamera kaydıyla şeffaf hale getirilmelidir. Küçük büyük tüm ihaleler, bağımsız, şeffaf ve güçlü denetime açık olmalıdır.Aksi halde, toplumda “Adamın var mı?” sorusu giderek daha sık sorulmaya devam edecek; adalet, birlik, beraberlik, barış, eşitlik, liyakat ve ahlaki değerlerdeki çöküş derinleşecektir. Böylece “İç cepheyi güçlendirme” söylemi de sadece güzel bir söz olarak kalacak, hayata geçirilemeyecektir.
Vesselam.