MEHMET SÖNERCAN YAZDI: BİLİNCİN AYDINLIĞINDA KADER VE İYİLEŞME
Ama kader nedir? Sadece başımıza gelenleri pasif bir şekilde kabullenmek midir? Yoksa bizim iç dünyamız, seçimlerimiz, farkındalığımız bu işin neresindedir?
İşte tam burada Batı’nın psikoloji bilgesi Carl Jung’un sözünü hatırlamak gerekir: “Bilincinize getirmediğiniz her şey, karşınıza kader olarak çıkar.” Bu söz, aslında hayata bakışımızı değiştirecek kadar güçlüdür. Çünkü bize şunu söyler: Farkına varmadığın her şey, senin kaderin gibi görünür. Onu bilinçle aydınlatmadıkça, gölge gibi peşini bırakmaz.
Sigmund Freud da bunu tamamlar: “Bilince gelen ise, artık iyileşmeye mahkûmdur.” Yani bir duyguyu, bir düşünceyi, bir yarayı gün yüzüne çıkardığınızda, artık dönüşüm süreci başlamıştır. Onu inkâr ettiğiniz sürece esiri olursunuz, ama fark ettiğiniz an, şifa yoluna girmiş olursunuz.
Batı Psikolojisinin Derinlikli YaklaşımlarıFreud, insanı üç temel yapı üzerinden anlatır: id, ego ve süperego. İçimizdeki arzular, toplumsal kurallar ve kişisel benlik bu üçlü dengede çatışır. Çoğu zaman bilinçaltına ittiğimiz arzular, bastırılmış duygular, uygun zamanı bulduğunda farklı kılıklarda karşımıza çıkar. İşte biz buna “kader” deriz.
Jung ise bu tabloyu daha da derinleştirir. Ona göre insanın içinde “arketipler” vardır; yani kolektif bilinçten miras kalmış evrensel imgeler. Ve bir de “gölge” vardır. Gölge, bastırdığımız, yüzleşmekten korktuğumuz yanlarımızdır. Jung’un öğüdü şudur: “Gölgene yüzünü dön, ondan kaçma.” Çünkü gölgeyle yüzleşmeyen, hayatı boyunca onun tarafından yönetilir.
Bu yaklaşımlar bize şunu gösterir: Psikoloji sadece hastalıkları tedavi etmez; aynı zamanda insanın kendini tanıma yolculuğudur. Bilinçdışıyla yüzleşmek, kendi hakikatiyle barışmaktır.
Doğu’nun Derinlikli YoluPeki bizim medeniyetimizde bu mesele nasıl ele alınmıştır? Aslında tasavvufun bütün gayesi tam da budur: İnsanın kendi iç yolculuğu, nefsinin terbiyesi ve kalbinin temizlenmesi.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevi’sinde insanın sürekli bir dönüşüm ve arınma halinde olduğunu anlatır. Ona göre, kuyunun dibindeki taşlar nasıl suyun berrak akmasını engellerse, insanın içindeki karanlık yönler de fark edilmedikçe ilerlemesine engel olur. Mevlânâ’nın meşhur çağrısı “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” aslında kusurlarıyla yüzleşmeye davettir. Bu çağrı, Jung’un gölgeyle yüzleşme öğüdüyle şaşırtıcı bir paralellik taşır.
İmam Gazâlî, içsel huzurun anahtarının kalpte olduğunu söyler. Ona göre kalp, ruhun tahtı; akıl ise onun veziridir. Eğer vezir tahtı ele geçirirse düzen bozulur, ama kalp akılla birlikte ahenk içinde olursa insan huzura kavuşur. Bu noktada Gazâlî’nin uyarısı nettir: Kalp, Allah’ın zikriyle aydınlanmalı, yoksa karanlık arzuların oyuncağına dönüşür.
İbnü’l-Arabî ise insanın varoluşunu Allah’ın isimlerinin bir aynası olarak yorumlar. İnsanın kendi iç dünyasını bilmesi, aslında Allah’ın tecellilerini fark etmesidir. Onun “vahdet-i vücut” anlayışı, insanın kendi varlığını idrak ederek evreni ve Yaratıcı’yı daha derin bir bilinçle anlamasına işaret eder.
Ona göre insan, adeta bir ayna gibidir; kalbi ne kadar temizlenirse, Allah’ın isimleri o kadar berrak yansır. Fakat kalbin pası —yani nefsin arzuları, gaflet ve bilinçsizlik— bu aynayı kirletir. İbnü’l-Arabî, insanın iç yolculuğunu yalnızca psikolojik bir yüzleşme değil, aynı zamanda varoluşsal bir hakikati kavrama süreci olarak görür. Kendi gölgesini tanıyan, aslında Allah’ın nurunu daha açık seçik görebilir. Bu da bize şunu gösterir: İçsel farkındalık sadece kişisel iyileşmeye değil, aynı zamanda ilahî hakikate daha yakın olmaya da hizmet eder.
Bugün modern psikoloji, bilinçdışını çözümlemek için terapi yöntemleri geliştirdi. Jung’un gölgeyle yüzleşme fikri, danışanların kendi bastırılmış yanlarını kabul etmeleri için bir kapı araladı. Fakat bu süreç çoğu zaman bireysel iyileşmeyle sınırlı kaldı. Doğu ise meseleyi daha geniş bir perspektiften ele aldı: Gölgemizi tanımak, sadece huzurlu bir birey olmak için değil, aynı zamanda Allah’a yaklaşmak için gerekliydi.
Aslında burada büyük bir buluşma var: Jung’un “bütünleşme” dediği şey, sufilerin “nefs terbiyesi” ile aynı hedefi işaret ediyor. Farklı dillerle söylenmiş olsa da özde insanın kendisiyle barışmasını ve hakikate yaklaşmasını anlatıyor.
Hikmetli Bir Kıssa: Abdulkadir GeylânîTasavvufun bu öğretileri, kuru bir bilgi değildir; hayatın içinde somut karşılık bulur. Abdulkadir Geylânî Hazretleri’nin bir sözü, bunun en güzel örneklerinden biridir.
Rivayet edilir ki bir tüccar, işleri bozulduğunda huzuruna gelir. Sermayesi erimiş, borçları artmış, çaresizlik içinde dert yanar. Abdulkadir Geylânî Hazretleri ona şöyle der:
“Kardeşim, sen işlerinin kötü gidişinin sebebini dışarıda arıyorsun. Oysa asıl sebep içindedir. Git, bir ay boyunca sabah namazından sonra yüz defa ‘La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim’ zikrini yap. Bu zikri sadece dilinle değil, kalbinle tekrar et. Kendini sorgula: Nerede hata yaptın, neyi ihmal ettin, hangi nefsani arzulara yenildin? Allah’a yönel, ondan af dile.”
Adam bu öğüdü tutar. Bir ay boyunca hem zikreder, hem iç muhasebesini yapar. Unuttuğu sorumluluklarını hatırlar, nefsinin zaaflarını fark eder, Allah’tan af diler. Ayın sonunda huzura geldiğinde yüzü nurlanmıştır. Abdulkadir Geylânî Hazretleri ona şöyle der:
“Artık git, işlerine yeniden başla. Sen içini düzelttin, Allah’ın izniyle dışın da düzelecek.”
Nitekim adam işine döner ve kısa zamanda işleri açılır, borçlarını öder, daha da zenginleşir.
Bu hikaye bize şunu gösterir: Asıl iyileşme, içsel farkındalıkla başlar. Dışarıda kader diye gördüğümüz çoğu şey, içeride unuttuğumuz ya da görmezden geldiğimiz hakikatlerin bir yansımasıdır.
Bugün bizler de kendi hayatımıza bu gözle bakabiliriz. “Kader” diye kabullendiğimiz hangi olaylar, aslında bilincimizin karanlık köşelerinde sakladığımız duyguların, düşüncelerin ve ihmallerin bir yansımasıdır?
Belki de çözüm, dış dünyayı değiştirmekte değil, iç dünyamızı aydınlatmaktadır. Jung’un dediği gibi: “Bilincinize getirmediğiniz her şey kaderiniz olur.” Freud’un dediği gibi: “Bilince gelen ise iyileşmeye mahkûmdur.” Ve mutasavvıfların dediği gibi: “Nefsini bilen Rabbini bilir.”
Rabbim bizlere kendi gölgemizle yüzleşecek cesaret, kalbimizin karanlık köşelerini aydınlatacak bir basiret, nefsimizi terbiye edecek bir irade versin. Ve ömrümüzü O’nun rızasına uygun bir bilinçle yaşamayı nasip etsin. Âmin.