Mehmet Sonercan yazdı: Ölünce Meşhur Olmak: Hakk’ın Lütfu
Hayattayken kıymeti bilinmeyen insanlara, ancak öldüklerinde gösterilen ilgi, ne garip bir toplumsal refleks değil mi?
Bir insan hayatı boyunca sessiz sedasız küçük adımlar atar. Sesi bir avuç insana ulaşır. Ardından bir gün ansızın ölür. Sosyal medya yankılanır, eş dost onun hayatını anlatır, güzel hatıralarını paylaşır. Ölümünden sonra gelen bu ilgi, geç kalmış bir selam, eksik kalmış bir teşekkür gibidir.
Sadece bilim insanları, sanatçılar değil… nice hayırsever, toplum gönüllüsü, hatta sıradan ama ahlaklı bir hayat süren sessiz kahramanlar, yaşarken görülmez. Çünkü yaşarken insanlar meşguldür: koşturur, erteler, göz ardı eder. Sonra ölüm bir ayna gibi araya girer; hatırlatır, utandırır, mahcup eder.
Belki de insanın hayattayken görülmeme korkusu, bu yüzden bir tür ölümsüzlük arayışına dönüşüyor. “Benim de değerim bir gün anlaşılacak” cümlesi, çoğu zaman içten içe dile getirilen bir sitemin örtüsüdür. Şöhretin ölümden sonra gelmesi neye yarar? Mezarda duyulmamış alkışın, geç kalmış övgülerin kişiye faydası var mı?
Ama bu yalnızca bireysel bir mesele değil; bu, toplumsal bir körlük. Kıymeti yaşarken bilmemek, değerli olanı yüzyıllık sessizliklere gömmek. Belki de bu yüzden en doğru sözlerden biri şudur:
“Hayattayken kıymetini bilin, yaşarken ona da dua edin.”
Âvâzeyi bu âleme Davud gibi sal / Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" mısralarının şairi Bâkî’nin dediği gibi olmak. Kim bilir, belki de asıl mesele meşhur olmak değil; geride hayırlı bir iz bırakmak. ", Ölüm değil de, hayatın kendisi meşhur kılmalı insanı. Yaşarken dürüst kalmak, üretmek, kimseye yük olmadan yaşamak… Belki de asıl alkışlanacak olan budur.
Sûfîlerin gözünden ise “ölünce meşhur olmak” genellikle bir övünç vesilesi değil, bir imtihan ya da hizmetin kemale erdiğinin nişanesi olarak görülür. Onlar için esas olan Allah katındaki değerdir, halk nezdindeki şöhret ise bir gölge gibidir: gelir, geçer, aldatabilir.
Şöhret bir afettir
Birçok sûfî, özellikle tasavvufun kurucu şahsiyetleri, şöhretten kaçınmayı öğütler:
Bâyezîd-i Bistâmî: “İnsanların sana teveccühü, Allah’tan uzaklaştırır.” İmam Gazâlî: “Halk nezdinde tanınmak, nefsin hoşuna gider ama kalbi öldürür.”Şöhret, kişinin nefsini şişirebilir; dolayısıyla “ölünce meşhur olmak” sûfî için bir başarı değil, nefis terbiyesinin ne kadar sahih olduğu ile ilgilidir.
Ölümden sonra meşhurluk: Hakk’ın Lütfu
Ancak bazı sûfîler ölümünden sonra meşhur olmuştur: Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî, Abdulkadir Geylânî… Bu, onların şöhreti aramalarıyla değil, Allah’ın kalplere onları sevdirmesiyle olmuştur. Bu sevgi:
Kalpteki ihlâsın yansımasıdır. Toplumda hayırlı iz bırakmanın bereketidir. Kimi zaman da insanların bâtınî susuzluğunu gideren bir hikmet kaynağıdır.Öldükten sonra dirilmek
Sûfî nazarında asıl mesele şudur: Ölmeden önce ölmek.
Yani nefsin arzularını öldürüp, hakikî manada dirilmek. Böyle bir kişi, öldüğünde şöhret bulmaz; zaten çoktan dirilmiştir. Sadece dünya yeni farkına varır.
Sûfî için şöhret değil, iz önemlidir.
Adının anılması değil, kalpte bir dua olarak kalması makbuldür.
Ve en önemlisi; halk değil, Hakk tarafından bilinmektir:
“Allah katında meşhur olmak, binlerce gönülde unutulmaz olmaktan daha kıymetlidir.”