UZM.AİLE DANIŞMANI BELKIS AKAY YAZDI: İLİŞKİLERDE KREDİ LİMİTİMİZ
İşte tam burada devreye beynimizin en güçlü koruma mekanizması olan “bilinçaltı kayıtlarımız” girer. İlk tanıştığımız anda karşımızdaki kişinin ses tonunu, mimiklerini, beden dilini bilinçlatımız kaydeder ve bu verileri ilerleyen zamanlarda “tehlike var mı, yok mu?” diye kontrol eder.
Psikolojide buna “sezgisel algı” denir. Kimimiz bu algıyı çok kuvvetli yaşar, kimimiz ise fark etmeden hayatına devam eder.Mesela ben bu tür durumları çok hızlı hissedenlerdenim; elbette mesleğimin verdiği tecrübe de bu yeteneğimi güçlendiriyor. Özellikle yalana tahammülü olmayan biri olarak, bir şeylerin saklandığını sezdiğimde basit sorular sorar, küçük örnekler veririm.Konunun etrafında döner dururum. Kelimeler yalan söyleyebilir ama beden dili, gözlerin kaçışı ya da ses tonundaki titreme her şeyi açığa çıkarır.
Amacım kimseyi köşeye sıkıştırmak değil. Aslında vicdanlarının ne kadar rahatsız olduğunu, bu duruma nasıl tepki verdiğini görmek isterim. Çünkü insan, bir yanlış yaptığında pişmanlık gösterebiliyorsa hâlâ içindeki iyi taraf canlı demektir. Fakat hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorsa, işte orada güven duvarı yıkılır. Güvenin olmadığı yerde hiçbir şey sağlam değildir.
Kolay kolay silip atan biri değilim. “Belki bir sebebi vardır” derim, “Niyeti öyle değildir” diye düşünür, suizanda bulunmamaya gayret ederim. Çünkü biliyorum ki; her davranışın ardında bir ihtiyaç, kırgınlık veya savunma mekanizması olabilir. Fakat sürekli iyi niyet göstermek, karşınızdaki insana sınırsız kredi açmak demek değildir. Karşımdaki kişi, açtığım güven limitini tükettiğinde artık benden alacak bekleyemez. İşte o noktada kendimi korumak için uzaklaşırım mesafe koyarım.Bunu yüzüne söylemem, kalbini kırmam. Çünkü onun kalbinde gerçekten bir yerim varsa, benim sessiz çekilişim zaten en büyük kırıklık olacaktır. Eğer yoksa, üzülmeye değmez. Küsmem, düşman olmam ama duvarlarımı örerim ve kim bu duvara çarparsa, sertliğini en net şekilde hisseder.
Psikolojide “duygusal sınırlar” kavramı vardır. Sınır koymak, karşınızdakini cezalandırmak değil; kendinizi korumaktır. Çünkü çoğumuz, “iyi insan olmak” ile “sınır koymak” arasında sıkışıp kalırız. İyi insan olmak, herkese sınırsız tahammül göstermek değildir. Tam tersine, değerlerimize sahip çıkmak ve artık yürümediğini hissettiğimiz ilişkilere nokta koyabilmektir.
İnsan, karşısındakini sözlerinden çok söylediği ile davranışı arasındaki tutarlılığa bakarak tanır. Yaptığı hatadan sonra ne hissettiği, utanç duyup duymadığı, gözlerinin içine bakabilme cesareti bize gerçek ölçüyü gösterir.
Ayrıca güven yalnızca bireyler arasındaki ilişkileri ayakta tutmaz; toplumların da en sağlam harcıdır. Bir bireyin ihanetinde, bir dostluğun bitişinde ya da bir ailedeki kırılmada gördüğümüz şey, aslında toplumun küçük bir aynasıdır. Sosyolojide buna “sosyal sermaye” denir yani ilişkilerdeki güven, dayanışma ve paylaşım duygusu toplumun en önemli kaynağıdır. İnsanlar birbirine güvenmezse, dostluklar, komşuluklar, aile bağları ve toplumsal dayanışma çöker. Bu yüzden güveni korumak, sadece kendimiz için değil, toplum için de bir sorumluluktur.
Unutmayın, sezgileriniz sizi yanıltmaz.
İç sesinizin uyarılarını hiçbir zaman küçümsemeyin. Çünkü kalbiniz, çoğu zaman aklınızdan çok önce gerçeği bilir. İç sesimizi susturmak yerine, onun fısıldadığı mesajı duymak, bizi en büyük hayal kırıklıklarından korur.