MEHMET SÖNERCAN YAZDI: KENDİ BENLİĞİNİ KEŞFETMEK: DEĞER DUYGUSU

Dünya 03.09.2025 - 10:44, Güncelleme: 03.09.2025 - 10:47
 

MEHMET SÖNERCAN YAZDI: KENDİ BENLİĞİNİ KEŞFETMEK: DEĞER DUYGUSU

Bazen, ne kadar çabalasan da, ne kadar iyi niyetli olsan da, emeğinin ve iyiliğinin karşılığını görememek hissiyle baş başa kalırsın.
Sanki yaptığın her şey, karşıdaki için bir hiçmiş gibi gelir. Bu durum, zamanla içimizde derin bir yorgunluk ve değersizlik duygusu yaratır. İşte tam da böyle anlarda, o değersizlik hissinin aslında dışarıdan değil, içimizden kaynaklandığını fark etmemiz gerekir. Çünkü kendi değerini bilmeyen bir ruh, en parlak ışıkta bile karanlıkta kalmaya mahkumdur. Bu durumu bana her hatırlattığında aklıma gelen küçük bir hikaye var. Bir bahçıvan varmış. Bahçesindeki en güzel, en nadide çiçeği yetiştirmek için her gün büyük bir özenle çalışır, onu rüzgardan korur, toprağını havalandırır, suyunu en doğru zamanda verirdi. O çiçeğin güzelliği dillere destandı ama bahçıvanın emeğini gören, takdir eden hiç kimse yoktu. Hatta bahçeden geçen insanlar, çiçeğin sadece kendiliğinden o kadar güzel olduğunu düşünürdü. Bahçıvan bu duruma üzülmeye başlamış, giderek daha az şevkle çalışmaya başlamış. Bir gün, çiçeği sularken, çiçeğin yaprağındaki bir su damlasından kendi yansımasını görmüş. O yansıma ona şunları fısıldamış: “Senin emeğin, benim bu güzelliğe ulaşmamı sağladı. Sen olmasan, ben bir hiçtim. Başkasının gözünde ne olduğumun önemi yok, önemli olan senin beni var ettiğini bilmen.” Bahçıvan o an derin bir huzur hissetmiş ve ilk defa, dışarıdan gelen bir takdirin değil, kendi emeğinin kendisi için en büyük değer olduğunu anlamış. Bu hikaye, Uğur Batı'nın "Senin Ruhun Bütün Dünyadır" kitabında çok güzel bir şekilde ele aldığı fikri yansıtıyor. Batı, içsel dünyamızın ne kadar zengin ve güçlü olduğunu, asıl varlığımızın dışarıdan gelen tepkilere bağlı olmadığını vurguluyor. Dışarıdan gelecek bir onay, bir takdir, bir alkış beklemek; kendi içimizde taşıdığımız o muazzam potansiyeli görmezden gelmektir. Tam da bu noktada, Sam Horn'un "Tongue Fu: Sözlü Dövüş Sanatı" kitabından bir alıntı, konumuza farklı bir boyut katıyor:  “Başka insanların sınırlı algılamalarının bizi tanımlamasına izin vermemeliyiz.” Bu, sadece sözel bir saldırıya karşı duruş değil, aynı zamanda hayatın bütününde kendimizi koruma sanatı. Bize değer vermeyen, iyiliklerimizi görmezden gelen birine karşı verilecek en güçlü yanıt, onun sınırlı algılamasının bizim değerimizi belirlemesine izin vermemektir. Onların bize atfettiği anlamsızlık, kendi içlerindeki boşluktan ibarettir ve bu durum, senin ruhunun büyüklüğünü asla gölgeleyemez. Tasavvufi Perspektiften Değer Duygusu Aslında bu, yüzyıllardır İslam büyüklerinin bize anlatmaya çalıştığı bir gerçek. İbn Arabi, varlığın birliği (Vahdet-i Vücud) felsefesinde, her bir insanın Hak’tan bir parça olduğunu, tüm varlıkların birbirine bağlı bir bütünün yansıması olduğunu söyler. Senin değerini göremeyen kişi, aslında kendi özünü ve varoluşun birliğine dair idrakini kaybetmiş demektir. Ona kızmak yerine, belki de bu kayboluşuna acımak gerekir. Çünkü İbn Arabî’nin ifadesiyle: “Kendini bilen, Rabbini bilir.” Yani, değersizlik duygusu aslında kişinin kendi özündeki ilahî cevheri fark edememesinden kaynaklanır. Mevlânâ da bu hakikati farklı bir dille ortaya koyar. Ona göre insan, sürekli dışarıdan onay beklemek yerine, kendi içindeki cevheri keşfetmelidir. Çünkü hakiki değer, ne alkışta ne de insanların övgüsündedir. Mesnevî’sinde anlattığı bir hikâyede bir adam, elindeki kıymetli taşı cam parçası sanıp pazarda yok pahasına satmaya kalkışır. Oysa bir kuyumcu, onun paha biçilemez bir elmas olduğunu hemen fark eder. İnsan da böyledir; kendi özünün değerini bilmediğinde, başkalarının ölçülerine göre kendini değersiz sanır. Halbuki hakikat aynasında bakabilseydi, özünün bir elmas olduğunu görebilirdi. Yunus Emre ise bu gerçeği sade bir dille hatırlatır: “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.” Bu mısralar, en kıymetli yolculuğun insanın kendi içine yaptığı yolculuk olduğunu gösterir. Kendi özünü tanımayan kişi, başkalarının takdirinde de dünyevi başarılarında da kalıcı bir değer bulamaz. Tasavvufun öğrettiği şey tam da budur: Değer dışarıdan verilmez, içeriden fark edilir. Onay dışarıda aranmaz, içeride bulunur. Kıymet başkalarının sözüyle değil, Allah’ın insana üflediği ruhla ölçülür. Modern psikolojide sıkça dile getirilen “öz-değer” (self-worth) kavramı da aslında bu hakikate çok yakındır. Psikologlar, bireyin kendi değerini dış etkenlere bağlı olmadan fark etmesi gerektiğini söyler. Tasavvuf ise bu noktada daha derin bir anlam katmanına işaret eder: Öz-değer, sadece kendini tanımak değil, aynı zamanda içindeki ilahî nefesi bilmekle mümkündür. İşte bu yüzden Mevlânâ’nın sözleri bize ayna tutar: “Sen sorunun kendin olduğunu sanıyorsun ama sen çaresin. Kendini kapıdaki kilit sanıyorsun oysa kapıyı açan anahtar sensin. Sen kendini dert sanıyorsun, fakat sen dermansın…” Kendimize dışarıdan bir gözle bakmayı öğrendiğimizde, başkalarını suçlamaktan vazgeçeriz. Çünkü o zaman anlarız ki, etrafımızdaki herkes, kendi iç dünyasının yansımasıyla hareket ediyor. Belki de seni görmeyen kişi, aslında kendi içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyordur. Önemli olan, bu duruma takılıp kalmak yerine, kendi yolunda yürümeye devam etmektir. Kalbinle gökyüzüne dokunacak kadar özgür ve sınırsız olduğunu fark ettiğinde, başkasının gözündeki değerinin hiçbir önemi kalmaz. Senin kalbindeki sevgi, verdiğin emekler, yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka seni bulur. Kimin gördüğünün önemi yok. Önemli olan, o iyiliklerin senin ruhunu aydınlatmaya devam etmesidir. Ya Rabbi, Bana beni fark etme gücü verdiğin için şükürler olsun. İyiliklerimi, verdiğim değeri görmezden gelenlerin değil, kendi kalbimin ışığında bulabilmem için bana yol göster. Kalbimi kederden, ruhumu yorgunluktan arındır. Kendi benliğimin kıymetini bilenlerden eyle beni. Amin…  
Bazen, ne kadar çabalasan da, ne kadar iyi niyetli olsan da, emeğinin ve iyiliğinin karşılığını görememek hissiyle baş başa kalırsın.

Sanki yaptığın her şey, karşıdaki için bir hiçmiş gibi gelir. Bu durum, zamanla içimizde derin bir yorgunluk ve değersizlik duygusu yaratır. İşte tam da böyle anlarda, o değersizlik hissinin aslında dışarıdan değil, içimizden kaynaklandığını fark etmemiz gerekir. Çünkü kendi değerini bilmeyen bir ruh, en parlak ışıkta bile karanlıkta kalmaya mahkumdur.

Bu durumu bana her hatırlattığında aklıma gelen küçük bir hikaye var. Bir bahçıvan varmış. Bahçesindeki en güzel, en nadide çiçeği yetiştirmek için her gün büyük bir özenle çalışır, onu rüzgardan korur, toprağını havalandırır, suyunu en doğru zamanda verirdi. O çiçeğin güzelliği dillere destandı ama bahçıvanın emeğini gören, takdir eden hiç kimse yoktu. Hatta bahçeden geçen insanlar, çiçeğin sadece kendiliğinden o kadar güzel olduğunu düşünürdü. Bahçıvan bu duruma üzülmeye başlamış, giderek daha az şevkle çalışmaya başlamış. Bir gün, çiçeği sularken, çiçeğin yaprağındaki bir su damlasından kendi yansımasını görmüş. O yansıma ona şunları fısıldamış:

“Senin emeğin, benim bu güzelliğe ulaşmamı sağladı. Sen olmasan, ben bir hiçtim. Başkasının gözünde ne olduğumun önemi yok, önemli olan senin beni var ettiğini bilmen.”

Bahçıvan o an derin bir huzur hissetmiş ve ilk defa, dışarıdan gelen bir takdirin değil, kendi emeğinin kendisi için en büyük değer olduğunu anlamış.

Bu hikaye, Uğur Batı'nın "Senin Ruhun Bütün Dünyadır" kitabında çok güzel bir şekilde ele aldığı fikri yansıtıyor. Batı, içsel dünyamızın ne kadar zengin ve güçlü olduğunu, asıl varlığımızın dışarıdan gelen tepkilere bağlı olmadığını vurguluyor. Dışarıdan gelecek bir onay, bir takdir, bir alkış beklemek; kendi içimizde taşıdığımız o muazzam potansiyeli görmezden gelmektir.

Tam da bu noktada, Sam Horn'un "Tongue Fu: Sözlü Dövüş Sanatı" kitabından bir alıntı, konumuza farklı bir boyut katıyor:

 “Başka insanların sınırlı algılamalarının bizi tanımlamasına izin vermemeliyiz.”

Bu, sadece sözel bir saldırıya karşı duruş değil, aynı zamanda hayatın bütününde kendimizi koruma sanatı. Bize değer vermeyen, iyiliklerimizi görmezden gelen birine karşı verilecek en güçlü yanıt, onun sınırlı algılamasının bizim değerimizi belirlemesine izin vermemektir. Onların bize atfettiği anlamsızlık, kendi içlerindeki boşluktan ibarettir ve bu durum, senin ruhunun büyüklüğünü asla gölgeleyemez.

Tasavvufi Perspektiften Değer Duygusu

Aslında bu, yüzyıllardır İslam büyüklerinin bize anlatmaya çalıştığı bir gerçek. İbn Arabi, varlığın birliği (Vahdet-i Vücud) felsefesinde, her bir insanın Hak’tan bir parça olduğunu, tüm varlıkların birbirine bağlı bir bütünün yansıması olduğunu söyler. Senin değerini göremeyen kişi, aslında kendi özünü ve varoluşun birliğine dair idrakini kaybetmiş demektir. Ona kızmak yerine, belki de bu kayboluşuna acımak gerekir. Çünkü İbn Arabî’nin ifadesiyle: “Kendini bilen, Rabbini bilir.” Yani, değersizlik duygusu aslında kişinin kendi özündeki ilahî cevheri fark edememesinden kaynaklanır.

Mevlânâ da bu hakikati farklı bir dille ortaya koyar. Ona göre insan, sürekli dışarıdan onay beklemek yerine, kendi içindeki cevheri keşfetmelidir. Çünkü hakiki değer, ne alkışta ne de insanların övgüsündedir. Mesnevî’sinde anlattığı bir hikâyede bir adam, elindeki kıymetli taşı cam parçası sanıp pazarda yok pahasına satmaya kalkışır. Oysa bir kuyumcu, onun paha biçilemez bir elmas olduğunu hemen fark eder. İnsan da böyledir; kendi özünün değerini bilmediğinde, başkalarının ölçülerine göre kendini değersiz sanır. Halbuki hakikat aynasında bakabilseydi, özünün bir elmas olduğunu görebilirdi.

Yunus Emre ise bu gerçeği sade bir dille hatırlatır:

“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.”

Bu mısralar, en kıymetli yolculuğun insanın kendi içine yaptığı yolculuk olduğunu gösterir. Kendi özünü tanımayan kişi, başkalarının takdirinde de dünyevi başarılarında da kalıcı bir değer bulamaz.

Tasavvufun öğrettiği şey tam da budur:

  • Değer dışarıdan verilmez, içeriden fark edilir.
  • Onay dışarıda aranmaz, içeride bulunur.
  • Kıymet başkalarının sözüyle değil, Allah’ın insana üflediği ruhla ölçülür.

Modern psikolojide sıkça dile getirilen “öz-değer” (self-worth) kavramı da aslında bu hakikate çok yakındır. Psikologlar, bireyin kendi değerini dış etkenlere bağlı olmadan fark etmesi gerektiğini söyler. Tasavvuf ise bu noktada daha derin bir anlam katmanına işaret eder: Öz-değer, sadece kendini tanımak değil, aynı zamanda içindeki ilahî nefesi bilmekle mümkündür.

İşte bu yüzden Mevlânâ’nın sözleri bize ayna tutar:

“Sen sorunun kendin olduğunu sanıyorsun ama sen çaresin.

Kendini kapıdaki kilit sanıyorsun oysa kapıyı açan anahtar sensin.

Sen kendini dert sanıyorsun, fakat sen dermansın…”

Kendimize dışarıdan bir gözle bakmayı öğrendiğimizde, başkalarını suçlamaktan vazgeçeriz. Çünkü o zaman anlarız ki, etrafımızdaki herkes, kendi iç dünyasının yansımasıyla hareket ediyor. Belki de seni görmeyen kişi, aslında kendi içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyordur. Önemli olan, bu duruma takılıp kalmak yerine, kendi yolunda yürümeye devam etmektir. Kalbinle gökyüzüne dokunacak kadar özgür ve sınırsız olduğunu fark ettiğinde, başkasının gözündeki değerinin hiçbir önemi kalmaz.

Senin kalbindeki sevgi, verdiğin emekler, yaptığın iyilikler, bir gün mutlaka seni bulur. Kimin gördüğünün önemi yok. Önemli olan, o iyiliklerin senin ruhunu aydınlatmaya devam etmesidir.

Ya Rabbi,

Bana beni fark etme gücü verdiğin için şükürler olsun. İyiliklerimi, verdiğim değeri görmezden gelenlerin değil, kendi kalbimin ışığında bulabilmem için bana yol göster. Kalbimi kederden, ruhumu yorgunluktan arındır. Kendi benliğimin kıymetini bilenlerden eyle beni.

Amin…

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve radikalgazete.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.