Mehmet Sönercan Yazdı: Sessiz Öğretmen - Sabır Ve Zamanın Hikmeti

Gündem 30.09.2025 - 08:48, Güncelleme: 30.09.2025 - 08:48
 

Mehmet Sönercan Yazdı: Sessiz Öğretmen - Sabır Ve Zamanın Hikmeti

Bir köyde yaşlı bir derviş, bahçesine diktiği nar fidanının altında her sabah uzun uzun otururdu. Onu gören gençler şaşkınlıkla sorar: “Hocam, bu fidanın büyümesi yıllar sürecek. Sizin ömrünüz belki meyvesini görmeye yetmeyecek. Niçin bu kadar emek veriyorsunuz?” Derviş tebessüm eder ve şöyle der: “Ben gölgesinde oturmayacağım belki, ama benden sonrakiler oturacak. Sabır, işte budur: kendin için değil, hakikat için beklemek.”
  Bu kısa diyalog aslında sabrın özünü anlatır. Sabır çoğu zaman yanlış anlaşılan bir kavramdır. Çoğumuz sabrı sadece pasif bir bekleyiş gibi algılarız. Oysa sabır, zamanla işbirliği yapmak, olgunlaşmaya izin vermektir. Bir tohumun karanlık toprağın altında çatlaması, bir annenin yavrusunu dokuz ay sabırla taşıması, bir yaralı gönlün yavaş yavaş şifa bulması… Bunların hepsi bize aynı hakikati fısıldar: sabır, insanın içsel yolculuğunun en büyük öğretmenidir. Batı Düşüncesinde Sabır Batı düşüncesinde de sabır ve zaman üzerine çok şey söylenmiştir. Roma İmparatoru ve Stoacı filozof Marcus Aurelius, günlüklerinde “Her şey bir süreçtir” diye yazar. Ona göre bir tohumun ağaç olması, bir yaranın kapanması ya da bir insanın olgunlaşması aceleyle hızlandırılamaz. Doğa kendi ritminde ilerler ve sabır, bu ritme uyum sağlamaktır. Stoacılar için sabır, edilgen bir bekleyiş değil, hayatın getirdiklerine direnç göstermek yerine onları dengeli karşılamaktır. Viktor Frankl ise toplama kampında geçen acı dolu yıllarında şunu keşfetmiştir: “İnsanı ayakta tutan şey, başına gelenler değil, o olaylara yüklediği anlamdır.” İşte sabır, anlamın filizlenmesi için geçen zamandır. Acıya katlanmak değil, o acının içinde yeni bir anlam bulmaktır. Bunun yanında Pascal, insanın sabırsızlığını “sonsuzluk karşısında acele eden varlık” olarak tanımlar. Ona göre sabır, insana zamanı dost gibi kılan bir erdemdir. Nietzsche ise dayanma gücünü vurgularken sabrı gizli bir güç olarak görür: “Kendisini öldürmeyen şey insanı güçlendirir.” Bu söz, sabrın insana acının içinden bile bir derinlik ve güç kazandırdığını gösterir. Bugün hız çağında yaşıyoruz. Her şeyin çabucak olmasını istiyoruz: hızlı internet, hızlı yemek, hızlı ilişkiler… Ama ruhun büyümesi öyle olmuyor. Bir çiçeği çekerek açtıramazsınız; onun vaktini beklemeniz gerekir. İşte sabır, bu bekleyişin öğretisidir. Modern insanın sabırsızlığı yüzünden hem ilişkilerimiz yüzeyselleşiyor hem de ruhlarımız yorgun düşüyor. Oysa sabır, bizi geciktiren değil, derinleştiren bir öğretmendir.   İslâm Geleneğinde Sabır İslâm geleneğinde sabır, çok daha köklü bir yere sahiptir. Kur’an’da sabır, defalarca imanın en önemli göstergelerinden biri olarak zikredilir. “Sabredenlerle beraberiz” (Bakara, 2/153) ayeti, insana en zor anda bile Allah’ın desteğini hatırlatır. Başka bir ayette, “Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir” (Zümer, 39/10) buyrulur. Buradaki “hesapsız” ifadesi çok anlamlıdır. Çünkü ibadetler ölçülür, sadakalar tartılır ama sabır öyle değildir. Sabır çoğu zaman gözle görülmeyen, içte yaşanan bir haldir. O gizli direniş, o kalpteki teslimiyet sadece Allah’ın bildiği bir sırdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sabrı hayatıyla öğreten bir örnektir. Uhud’da en yakınlarını kaybettiğinde, Taif’te taşlandığında, Mekke’de yıllarca zulme uğradığında bile sabrı terk etmemiştir. Onun sabrı, edilgen bir sessizlik değil; dirayetle hakikatten kopmama sabrıdır. “Gerçek sabır, musibetle ilk karşılaştığın andaki sabırdır” hadisi, aslında insanın kalbini en çok o ilk anda sınadığını anlatır. Eğer o an sabredebilirsek, sonrası kolaylaşır. Dikenin Gül Oluşu Tasavvuf büyükleri sabrı derin bir yolculuk olarak görmüşlerdir. Mevlânâ, “Sabır, dikenin gül olmasıdır” der. Yani hayatın sertlikleri zamanla güzelliğe dönüşür. Onun Mesnevî’sinde geçen bir hikâye sabrı çarpıcı bir şekilde anlatır: Bir gün bir adam, dikenleri yüzünden bir gül ağacını kesmek ister. Yanına gelen bir bilge ona şöyle der: “Sabret! Bugün diken sana acı veriyor olabilir, ama yarın bu dikenlerden güller açacak.” Adam bekler, dikenler sabrın gölgesinde gül olur. Mevlânâ bu hikâyeyle şunu fısıldar: Sabır, acıyı güzelliğe, zorluğu rahmete dönüştüren sırdır. Gazali sabrı “imanın yarısı” olarak tanımlar. Çünkü iman sadece dildeki bir söz değil, hayatın her haline Allah’a güvenmektir. İbn Arabi’ye göre sabır, kulun kendi iradesini Allah’ın iradesine bırakmasıdır. Bu bakış açısı, sabrın sadece bir bekleyiş değil, aynı zamanda Allah’ın planına güvenme hali olduğunu gösterir. Bediüzzaman Said Nursî ise sabrı üçe ayırır: ibadetlerde sabır, günahlardan sakınmada sabır ve musibetlere karşı sabır. Bu üç sabır, insanı hayatta dimdik tutan üç sütun gibidir. Günümüz insanı sabrı en çok ilişkilerde kaybetmektedir. Bir dostumuzun hatasını gördüğümüzde bağlarımızı hemen koparıyoruz. Bir işte birkaç denemeden sonra “olmuyor” deyip vazgeçiyoruz. Oysa gerçek dostluk, sabırla yoğrulur. Bir müzisyen ilk günden kemanından nağmeler çıkaramaz; yıllarca sabırlı çalışmayla o ahenk doğar. Bir anne-baba çocuğunun büyümesini sabırla izler. Bir öğretmen sabırla öğrencisinin kabiliyetlerini ortaya çıkarır. Sabır, aynı zamanda toplumsal barışın da anahtarıdır. Trafikte herkes sabırsız olsa şehirler yaşanmaz hale gelir. İlişkilerde sabır olmasa en küçük sorunlar büyük kavgalara dönüşür. İnançta sabır olmasa en ufak sıkıntıda umudumuzu kaybederiz. Bu yüzden sabır sadece bireysel değil, toplumsal bir erdemdir. Sabır, şükürle de kardeştir. Çünkü sabreden insan, sonunda hikmeti görünce şükreder. Bu yüzden bazı alimler, “Sabır başlangıçta ateş, sonunda nurdur” demiştir. İlk başta can yakar, zor gelir ama zamanla kalpte bir aydınlığa dönüşür. İnsan geriye dönüp baktığında, en çok zorlandığı anların kendisini olgunlaştırdığını fark eder. Zamanı Dost Bilmek Belki de bu yüzden Mevlânâ, “Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır” derken; Marcus Aurelius da “Doğa acele etmez ama her şeyi tamamlar” sözünü söylemiştir. Farklı kültürlerden gelen bu iki söz, aynı hakikatin iki tercümesidir. Sabır, zamanı düşman değil, dost bilmenin sanatıdır. Öyleyse, sabrı yeniden öğrenmek zorundayız. Onu sadece bir sıkıntıya katlanmak değil, bir bilgelik yolu olarak görmeliyiz. Çünkü sabır, zamanı düşman değil, dost bilmenin sanatıdır. Her bekleyişin içinde bir olgunlaşma vardır. Her gecikmenin ardında bir hikmet saklıdır. Belki bugün bize ağır gelen yükler, yarın ruhumuzu güçlendiren bir hatıraya dönüşecektir. Belki bugün sabırla beklediğimiz şey, yarın hayatımıza bambaşka bir kapı aralayacaktır. Sonuçta sabır, insanı Allah’a en çok yaklaştıran hallerdendir. Kur’an’ın ifadesiyle, “Sabredenleri müjdele” (Bakara, 2/155). Çünkü sabredenler, sadece zorluklara dayanmaz; aynı zamanda hayatın en derin sırlarını öğrenirler. Onlar, zamanın öğretmenliğini kabul edenlerdir. Onlar, acının da sevinç gibi Allah’tan geldiğini bilenlerdir. Ve onlar, dikenin bir gün gül olacağına inananlardır. Gelin, sabrı bir bekleyiş olarak değil, bir dönüşüm olarak görelim. Zamanı düşman değil, dost bilelim. Çünkü sabır ve zaman birleştiğinde, hayatın en ağır yükleri bile bir gün bize hikmetin kapılarını açar. Ve belki de sabrın asıl hediyesi, beklediğimiz şeyin gelmesi değil, beklerken bizim bambaşka bir insana dönüşmemizdir.
Bir köyde yaşlı bir derviş, bahçesine diktiği nar fidanının altında her sabah uzun uzun otururdu. Onu gören gençler şaşkınlıkla sorar: “Hocam, bu fidanın büyümesi yıllar sürecek. Sizin ömrünüz belki meyvesini görmeye yetmeyecek. Niçin bu kadar emek veriyorsunuz?” Derviş tebessüm eder ve şöyle der: “Ben gölgesinde oturmayacağım belki, ama benden sonrakiler oturacak. Sabır, işte budur: kendin için değil, hakikat için beklemek.”

 

Bu kısa diyalog aslında sabrın özünü anlatır. Sabır çoğu zaman yanlış anlaşılan bir kavramdır. Çoğumuz sabrı sadece pasif bir bekleyiş gibi algılarız. Oysa sabır, zamanla işbirliği yapmak, olgunlaşmaya izin vermektir. Bir tohumun karanlık toprağın altında çatlaması, bir annenin yavrusunu dokuz ay sabırla taşıması, bir yaralı gönlün yavaş yavaş şifa bulması… Bunların hepsi bize aynı hakikati fısıldar: sabır, insanın içsel yolculuğunun en büyük öğretmenidir.

Batı Düşüncesinde Sabır

Batı düşüncesinde de sabır ve zaman üzerine çok şey söylenmiştir. Roma İmparatoru ve Stoacı filozof Marcus Aurelius, günlüklerinde “Her şey bir süreçtir” diye yazar. Ona göre bir tohumun ağaç olması, bir yaranın kapanması ya da bir insanın olgunlaşması aceleyle hızlandırılamaz. Doğa kendi ritminde ilerler ve sabır, bu ritme uyum sağlamaktır. Stoacılar için sabır, edilgen bir bekleyiş değil, hayatın getirdiklerine direnç göstermek yerine onları dengeli karşılamaktır.

Viktor Frankl ise toplama kampında geçen acı dolu yıllarında şunu keşfetmiştir:
“İnsanı ayakta tutan şey, başına gelenler değil, o olaylara yüklediği anlamdır.”

İşte sabır, anlamın filizlenmesi için geçen zamandır. Acıya katlanmak değil, o acının içinde yeni bir anlam bulmaktır.

Bunun yanında Pascal, insanın sabırsızlığını “sonsuzluk karşısında acele eden varlık” olarak tanımlar. Ona göre sabır, insana zamanı dost gibi kılan bir erdemdir. Nietzsche ise dayanma gücünü vurgularken sabrı gizli bir güç olarak görür: “Kendisini öldürmeyen şey insanı güçlendirir.” Bu söz, sabrın insana acının içinden bile bir derinlik ve güç kazandırdığını gösterir.

Bugün hız çağında yaşıyoruz. Her şeyin çabucak olmasını istiyoruz: hızlı internet, hızlı yemek, hızlı ilişkiler… Ama ruhun büyümesi öyle olmuyor. Bir çiçeği çekerek açtıramazsınız; onun vaktini beklemeniz gerekir. İşte sabır, bu bekleyişin öğretisidir. Modern insanın sabırsızlığı yüzünden hem ilişkilerimiz yüzeyselleşiyor hem de ruhlarımız yorgun düşüyor. Oysa sabır, bizi geciktiren değil, derinleştiren bir öğretmendir.

 

İslâm Geleneğinde Sabır

İslâm geleneğinde sabır, çok daha köklü bir yere sahiptir. Kur’an’da sabır, defalarca imanın en önemli göstergelerinden biri olarak zikredilir.

“Sabredenlerle beraberiz” (Bakara, 2/153) ayeti, insana en zor anda bile Allah’ın desteğini hatırlatır.


Başka bir ayette, “Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir” (Zümer, 39/10) buyrulur.

Buradaki “hesapsız” ifadesi çok anlamlıdır. Çünkü ibadetler ölçülür, sadakalar tartılır ama sabır öyle değildir. Sabır çoğu zaman gözle görülmeyen, içte yaşanan bir haldir. O gizli direniş, o kalpteki teslimiyet sadece Allah’ın bildiği bir sırdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sabrı hayatıyla öğreten bir örnektir. Uhud’da en yakınlarını kaybettiğinde, Taif’te taşlandığında, Mekke’de yıllarca zulme uğradığında bile sabrı terk etmemiştir. Onun sabrı, edilgen bir sessizlik değil; dirayetle hakikatten kopmama sabrıdır. “Gerçek sabır, musibetle ilk karşılaştığın andaki sabırdır” hadisi, aslında insanın kalbini en çok o ilk anda sınadığını anlatır. Eğer o an sabredebilirsek, sonrası kolaylaşır.

Dikenin Gül Oluşu

Tasavvuf büyükleri sabrı derin bir yolculuk olarak görmüşlerdir. Mevlânâ, “Sabır, dikenin gül olmasıdır” der. Yani hayatın sertlikleri zamanla güzelliğe dönüşür. Onun Mesnevî’sinde geçen bir hikâye sabrı çarpıcı bir şekilde anlatır:

Bir gün bir adam, dikenleri yüzünden bir gül ağacını kesmek ister. Yanına gelen bir bilge ona şöyle der:

“Sabret! Bugün diken sana acı veriyor olabilir, ama yarın bu dikenlerden güller açacak.”

Adam bekler, dikenler sabrın gölgesinde gül olur. Mevlânâ bu hikâyeyle şunu fısıldar: Sabır, acıyı güzelliğe, zorluğu rahmete dönüştüren sırdır.

Gazali sabrı “imanın yarısı” olarak tanımlar. Çünkü iman sadece dildeki bir söz değil, hayatın her haline Allah’a güvenmektir. İbn Arabi’ye göre sabır, kulun kendi iradesini Allah’ın iradesine bırakmasıdır. Bu bakış açısı, sabrın sadece bir bekleyiş değil, aynı zamanda Allah’ın planına güvenme hali olduğunu gösterir. Bediüzzaman Said Nursî ise sabrı üçe ayırır: ibadetlerde sabır, günahlardan sakınmada sabır ve musibetlere karşı sabır. Bu üç sabır, insanı hayatta dimdik tutan üç sütun gibidir.

Günümüz insanı sabrı en çok ilişkilerde kaybetmektedir. Bir dostumuzun hatasını gördüğümüzde bağlarımızı hemen koparıyoruz. Bir işte birkaç denemeden sonra “olmuyor” deyip vazgeçiyoruz. Oysa gerçek dostluk, sabırla yoğrulur.

Bir müzisyen ilk günden kemanından nağmeler çıkaramaz; yıllarca sabırlı çalışmayla o ahenk doğar. Bir anne-baba çocuğunun büyümesini sabırla izler. Bir öğretmen sabırla öğrencisinin kabiliyetlerini ortaya çıkarır. Sabır, aynı zamanda toplumsal barışın da anahtarıdır. Trafikte herkes sabırsız olsa şehirler yaşanmaz hale gelir. İlişkilerde sabır olmasa en küçük sorunlar büyük kavgalara dönüşür. İnançta sabır olmasa en ufak sıkıntıda umudumuzu kaybederiz. Bu yüzden sabır sadece bireysel değil, toplumsal bir erdemdir.

Sabır, şükürle de kardeştir. Çünkü sabreden insan, sonunda hikmeti görünce şükreder. Bu yüzden bazı alimler, “Sabır başlangıçta ateş, sonunda nurdur” demiştir. İlk başta can yakar, zor gelir ama zamanla kalpte bir aydınlığa dönüşür. İnsan geriye dönüp baktığında, en çok zorlandığı anların kendisini olgunlaştırdığını fark eder.

Zamanı Dost Bilmek

Belki de bu yüzden Mevlânâ, “Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır” derken; Marcus Aurelius da “Doğa acele etmez ama her şeyi tamamlar” sözünü söylemiştir. Farklı kültürlerden gelen bu iki söz, aynı hakikatin iki tercümesidir.

Sabır, zamanı düşman değil, dost bilmenin sanatıdır. Öyleyse, sabrı yeniden öğrenmek zorundayız. Onu sadece bir sıkıntıya katlanmak değil, bir bilgelik yolu olarak görmeliyiz. Çünkü sabır, zamanı düşman değil, dost bilmenin sanatıdır.

Her bekleyişin içinde bir olgunlaşma vardır. Her gecikmenin ardında bir hikmet saklıdır. Belki bugün bize ağır gelen yükler, yarın ruhumuzu güçlendiren bir hatıraya dönüşecektir. Belki bugün sabırla beklediğimiz şey, yarın hayatımıza bambaşka bir kapı aralayacaktır.

Sonuçta sabır, insanı Allah’a en çok yaklaştıran hallerdendir. Kur’an’ın ifadesiyle, “Sabredenleri müjdele” (Bakara, 2/155). Çünkü sabredenler, sadece zorluklara dayanmaz; aynı zamanda hayatın en derin sırlarını öğrenirler. Onlar, zamanın öğretmenliğini kabul edenlerdir. Onlar, acının da sevinç gibi Allah’tan geldiğini bilenlerdir. Ve onlar, dikenin bir gün gül olacağına inananlardır.

Gelin, sabrı bir bekleyiş olarak değil, bir dönüşüm olarak görelim. Zamanı düşman değil, dost bilelim. Çünkü sabır ve zaman birleştiğinde, hayatın en ağır yükleri bile bir gün bize hikmetin kapılarını açar. Ve belki de sabrın asıl hediyesi, beklediğimiz şeyin gelmesi değil, beklerken bizim bambaşka bir insana dönüşmemizdir.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve radikalgazete.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.