MEHMET SÖNERCAN YAZDI: UTANMA VE PİŞMANLIK: SESSİZ AMA DİRİLTİCİ GÜCÜMÜZ
MEHMET SÖNERCAN YAZDI: UTANMA VE PİŞMANLIK: SESSİZ AMA DİRİLTİCİ GÜCÜMÜZ
Türk ve İslam toplumlarında bireyin ahlaki ve manevi gelişimi, yüzyıllardır akıl ve kalp arasındaki uyumla şekillenmiştir. Bu iki derin olgu, hayatımızın hem dünyevi hem de uhrevi anlamını belirleyen temel taşlardandır.
Akıl, doğruyu yanlıştan ayırma gücü verirken; kalp, sevgiyi, şefkati, pişmanlığı ve en önemlisi o derin utanma (haya) duygusunu barındırır. Bu ikili yapı, bireyin iç dünyasını zenginleştirmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal dokuyu da sağlamlaştıran bir çimento görevi görür.
Bu kadim geleneğin önemli temsilcilerinden biri olan İmam Gazali, eserlerinde akıl ve kalbin bu dansını ve ahlaki değerlerimiz üzerindeki etkisini derinlemesine incelemiştir. Gazali'nin öğretileri ışığında, değerlerimizin mihenk taşlarından olan utanma (haya) ve pişmanlık (tevbe) duygularının bu akıl-kalp ikilisindeki yerini ve önemini ele alacağız.
Utanma (Haya): Kalbin Mahremiyeti, Aklın Sınırı
Gazali'ye göre haya, imanın en değerli yoldaşlarından biridir. Bu, sadece dış dünyaya karşı sergilenen bir nezaket veya görgü kuralı değil; çok daha derin, bir insanın hem Allah'tan hem de kendi vicdanından utanmasıdır. Bu, kişinin kusursuz bir iç disiplin geliştirmesinin anahtarıdır.
İnsanın en yüce utanma kaynağı şüphesiz Yaratıcısı'dır. Gazali, bir insan yalnızken bile her an Allah'ın kendisini gördüğünü, bildiğini idrak ettiğinde, en ufak bir günaha veya çirkin bir eyleme meyledemeyeceğini savunur. İşte bu, aklın rehberliğinde kalbin aydınlanmasıyla gerçekleşen o muazzam durumdur. Kalp, Allah'ın sonsuz kudretini ve her şeyi kuşatan bilgisini kavradığında, bir "haya perdesi" örter üzerine. Bu perde, kişiyi haramlardan, haram düşüncelerden ve haram fiillerden muhafaza eder. Bu, aklın bilgisiyle beslenen kalbin, nefsine karşı en güçlü kalkanıdır.
Bununla birlikte, kişinin kendi onurundan, kendi değerinden ve vicdanından utanması da büyük bir erdemdir. Gazali'ye göre, nefsinden utanan bir insan, kendi ruhunu lekeleyecek, kendi değerini düşürecek davranışlardan uzak durur. Akıl, nefsin geçici heveslerini sorgularken, kalp, kendi yüceliğini bilerek bu heveslere direnç gösterir.
Haya, aslında bir kişinin ahlaki pusulasıdır. Aklın bilgisiyle donanmış bir kalp, haya sayesinde doğru yolda emin adımlarla yürür ve yanlışlardan kaçınır. Bu hassasiyet, hem bireyin manevi yolculuğunda ilerlemesini sağlar hem de toplumsal barış ve huzurun temelini oluşturur. Haya, aklın rehberliğinde kalbin kendi mahremiyetini koruyarak Yaratıcı'sına karşı duyduğu derin saygının bir tezahürüdür.
Haya ve Akıl-Kalp İlişkisi
İmam Gazali, insanın akıl ve kalp arasındaki dengeyi kurmasının önemine sıkça vurgu yapar. Haya, bu dengenin korunmasında kritik bir role sahiptir. Akıl, bir eylemin sonuçlarını analiz eder, riskleri ve faydaları tartar. Ancak, o eylemin ahlaki boyutunu, insanın Yaratıcısı katındaki değerini belirleyen ise kalptir. Haya, kalbin bu ahlaki muhasebesini yaparak aklın doğru yolunda kalmasını sağlar.
Bir düşünün; akıl bir işin "yapılabilir" olduğunu söylerken, kalp, Allah'tan utanma duygusuyla "yapılmamalı" diye fısıldayabilir. İşte bu içsel diyalog, erdemli insanın hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biridir. Gazali'nin "Kim Allah'tan utanırsa, Allah'ın onu kimseye bırakmayacağından emin olur; kim de Allah'tan utanmazsa, Allah da ona kimseyi bırakmaz" sözü, bu hakikati çarpıcı bir şekilde ifade eder. Haya, sadece günah işlememekle kalmaz, aynı zamanda insanın kendi potansiyelini en üst düzeyde gerçekleştirmesine de yardımcı olur. Çünkü bir insan, hem Allah'tan hem de kendi vicdanından utanıyorsa, en iyi halini sergilemeye gayret eder.
Bu, modern dünyanın sunduğu bireysel özgürlük anlayışıyla çelişebilir gibi görünse de, aslında Gazali'nin sunduğu özgürlük çok daha derin ve kalıcıdır. Dışsal zorlamalarla değil, içsel bir ahlaki duyarlılıkla şekillenen bu özgürlük, insanı nefsani tutkularının esaretinden kurtarır. Akıl, bu kurtuluşun yolunu gösterir; kalp, haya ile bu yolda emin adımlarla ilerler.
Genç Yusuf'un Pusulası
Eski zamanlarda, küçük bir Anadolu kasabasında yaşayan Yusuf adında genç bir delikanlı vardı. Yusuf, zeki ve çalışkan biriydi, aklı her zaman keskin ve olayları iyi analiz ederdi. Kasabanın ileri gelenlerinden birinin dükkanında çırak olarak çalışıyordu. Bir gün, ustası dükkândan ayrılırken Yusuf'a önemli bir miktar para teslim etti ve onu emaneten korumasını istedi.
Yusuf, yalnız kaldığı dükkânda, paraların durduğu kasaya baktı. Aklına aniden kötü bir düşünce düştü: "Bu paraları alsam, kimsenin haberi olmaz. Kendime güzel bir şeyler alırım, kimse de anlamaz." Bu düşünce, aklının bir köşesinden sessizce yükseliyordu. Ancak tam o sırada, kalbinin derinliklerinden bir ses yükseldi. Bu ses, ustasının yüzünü, ailesinin ona verdiği öğütleri ve en önemlisi, her şeyi gören Allah'ı hatırlattı. Yusuf'un içine ince bir sızı yayıldı. Yüzü kızardı, sanki görünmez bir göz onu izliyormuş gibi hissetti.
Aklı "alabilirsin" derken, kalbi "yapma, Allah görüyor, ustana mahcup olursun, kendine saygın kalmaz" diye fısıldıyordu. İşte bu içsel diyalog, Yusuf'un kalbindeki haya perdesini harekete geçirdi. Gözleri doldu. "Estağfirullah" diyerek kendine geldi. Paraları aldığı gibi kasaya koydu ve aklına gelen o karanlık düşünceyi kalbinden söküp attı. Ustasından utandı, Allah'tan utandı ve en çok da kendi nefsinden utandı. Bu olaydan sonra Yusuf, hayatı boyunca aklına esen her düşünceyi kalbindeki haya terazisinden geçirdi.
Pişmanlık (Tevbe): Kalbin İhyası, Aklın Düzeltmesi
Hayatta hata yapmayan insan yoktur. Önemli olan, bu hataları fark edip gereğini yapabilmektir. İşte burada pişmanlık (tevbe) devreye girer. Gazali'ye göre tevbe, sadece geçmişe dönük bir üzüntü değil, aynı zamanda kalbin yeniden ihyasıdır. Bu, aklın hatalarını fark edip düzeltme sürecidir.
Tevbenin ilk adımı, kişinin işlediği hatanın farkına varması ve bunun Allah'ın rızasına uygun bir davranış olmadığını idrak etmesidir. Akıl, bu hatanın sonuçlarını, hem dünyevi hem de uhrevi boyutlarda değerlendirir. Kalp ise bu durumun getirdiği bir acıyla, bir pişmanlıkla dolar. Gazali, bu pişmanlığın, günahın insana verdiği zararı anlamanın bir sonucu olduğunu belirtir.
Pişmanlık, kişiyi nefsini hesaba çekmeye ve onu iyiliğe yönlendirmeye teşvik eder. Bu, sadece "keşke yapmasaydım" demekle sınırlı kalmaz; aynı zamanda "bir daha asla yapmamalıyım" azmini de beraberinde getirir. Gazali'ye göre, samimi bir tevbe, insanın kalbini günahın kirinden ve pasından arındırır. Bu arınma, kalbi yeniden Allah'a yöneltir ve O'yla olan bağını güçlendirir.
Tevbe kelimesi, aslında "dönmek" anlamına gelir. Kul hata yaptığında, farkında olmadan Allah'tan uzaklaşır. Pişmanlık ve tevbe ise, bu uzaklaşmayı telafi etme, yeniden Yaratıcı'ya yönelme, O'nun rahmetine sığınma eylemidir. Akıl, bu dönüşün gerekliliğini ve akılsal boyutunu kavrarken, kalp, Allah'ın sonsuz affına duyduğu ümitle O'na doğru bir coşkuyla akar.
Tevbe ve Akıl-Kalp Bütünlüğü
Gazali, tevbenin akıl ve kalp arasındaki bütünlüğü nasıl sağladığını şu şekilde açıklar: Akıl, hatanın doğasını ve sonuçlarını analiz eder. Kalp ise bu analiz sonucunda derin bir pişmanlık hisseder ve Allah'a dönme arzusu duyar. Bu iki unsur birlikte hareket ettiğinde, gerçek ve samimi bir tevbe gerçekleşir.
Gazali'nin "Tevbe, ancak günah işleyen kimsenin, o günahtan dolayı kalben üzülmesi ve bir daha işlememeye azmetmesiyle sahih olur" şeklindeki ifadesi, bu bütünlüğü net bir şekilde ortaya koyar. Sadece akılla yapılan bir pişmanlık yüzeysel kalabilir; sadece kalpten gelen bir üzüntü ise eyleme dökülmeyebilir. Akıl ve kalp, birlikte çalışarak tevbenin samimiyetini ve gücünü tesis eder.
Değerlerimizin Günümüzdeki Yankısı
Günümüz dünyası, hızlı değişimleri, teknolojik ilerlemeleri ve küreselleşmenin getirdiği karmaşık yapısıyla, bireyleri değerlerinden uzaklaştırma potansiyeli taşıyor. Ancak İmam Gazali gibi büyük düşünürlerin öğretileri, bu karmaşada birer fener işlevi görüyor. Utanma ve pişmanlık gibi temel insani ve dini değerler, bireyin hem kendi iç dünyasında hem de toplumsal ilişkilerinde dengeyi sağlamasına yardımcı olur.
Akıl, bize modern dünyanın sunduğu imkanları en iyi şekilde kullanma yeteneği verirken; kalp, bu imkanları kullanırken ahlaki pusulamızı kaybetmememizi sağlar. Utanma, bizi yanlış yollara sapmaktan alıkoyar; pişmanlık ise düştüğümüzde yeniden ayağa kalkmamız için bize güç verir.
Türk ve İslam toplumları olarak, bu kadim değerlerimize sahip çıkmak, akıl ve kalbimizi bu değerler ekseninde sürekli eğitmek, hem bireysel mutluluğumuz hem de toplumsal geleceğimiz için elzemdir. İmam Gazali'nin bize miras bıraktığı bu derin bilgelik, bizlere her zaman yol gösterecektir: Allah'tan utanmak ve hatalarımızdan pişmanlık duyarak O'na dönmek, en yüce erdemlerdendir. Bu erdemler, hayatımızın hem aklî hem de kalbî boyutunu zenginleştirerek bizi daha anlamlı ve huzurlu bir yaşama taşır.
Gaziantep ve Urfa gibi kadim Anadolu şehirlerinin sözlü geleneğinde, utanma ve pişmanlık gibi değerlere işaret eden pek çok veciz ifade bulunmaktadır. Bu yörelerdeki insanlar, bu değerleri hayatlarının merkezine yerleştirmişlerdir. Konuyla ilgili olarak akla ilk gelen ve bu değerleri ustaca harmanlayan bir söz şudur:
"Gözü kör olası, utanması olası."
Bu söz, ilk bakışta basit gibi görünse de derin anlamlar barındırır. Burada "gözü kör olası", akıl yürütme yeteneği zayıf, basiretinden yoksun kişileri ifade eder. "Utanması olası" ise, buna karşılık utanma duygusunu kaybetmiş, vicdanı körelmiş kişilere bir göndermedir. Yani, bu söz aslında hem aklını doğru kullanamayan hem de utanma duygusunu yitirmiş kişilerin içinde bulunduğu durumu eleştirir. Bir diğer yorumla, utanma duygusu güçlü olan kişinin, aklını daha doğru kullanacağını ve hata yapmaktan kaçınacağını ima eder. Bu deyim, hem akıl hem de kalp arasındaki o hassas dengeyi korumanın önemini, yöre insanının kendine has üslubuyla ifade eder.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.