MEHMET SÖNERCAN YAZDI: ZİHİN, RUH VE BEDEN: BİR BÜTÜNÜN PARÇALARI

Gündem 22.09.2025 - 16:52, Güncelleme: 22.09.2025 - 16:52
 

MEHMET SÖNERCAN YAZDI: ZİHİN, RUH VE BEDEN: BİR BÜTÜNÜN PARÇALARI

"Bir insanı insan yapan nedir? Düşünceleri mi, kalbi mi, yoksa bedeni mi?" Bu kadim soru, insanlığın varoluşsal sancılarının merkezinde yer alır ve tarih boyunca filozofların, düşünürlerin ve mistiklerin zihinlerini meşgul etmiştir.
. Günlük hayatımızda bile, yorgun bir sabah bedenimizin ağırlığını hissederken, endişeli bir anın zihnimizi esir almasına veya huzurlu bir anın ruhumuzu sarmalamasına şahit oluruz. Ancak gerçekte, bu üç unsurdan hiçbiri tek başına bir insanı tanımlamaya yetmez; onlar, birbirini tamamlayan ve ayrılmaz bir bütün oluşturan unsurlardır. Batı Felsefesinde Kırılmalar ve Beden-Zihin İkililiği Batı düşünce tarihinde, bu bütünsel yaklaşımı sorgulayan ve zihin ile bedeni ayırma eğilimini başlatan en önemli figürlerden biri René Descartes'tır. Kartezyen felsefenin temelini oluşturan "Düşünüyorum, öyleyse varım" (Cogito, ergo sum) önermesi, düşünceyi varoluşun en temel kanıtı olarak kabul eder. Descartes, zihni "res cogitans" (düşünen töz) olarak tanımlarken, bedeni "res extensa" (uzayda yer kaplayan töz) olarak nitelendirmiş ve bu iki töz (şey) arasında keskin bir ayrım yapmıştır. Bu Kartezyen ikilik, modern bilimin ve rasyonalizmin gelişimine büyük katkılar sağlamış olsa da, insan doğasının bütünlüğünü anlamada bazı temel sorunları da beraberinde getirmiştir. Antik Yunan düşüncesinde ise bu ikiliğe karşı farklı yaklaşımlar da mevcuttu. Platon, idealar dünyasına ulaşma yolunda bedeni ruhun bir "zindanı" olarak görse de, ruhun bedenle olan ilişkisini tamamen reddetmemiştir. Buna karşılık Aristoteles, ruhu bedenin "formu" olarak tanımlayarak, ruh ve bedenin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu savunmuştur. Ona göre ruh, bedenin potansiyelini gerçekleştiren ilkedir ve beden olmadan ruh, düşünce ve eylem imkanını yitirir. Günümüzdeki bilimsel araştırmalar da bu bütünsel yaklaşıma giderek daha fazla destek vermektedir. Nörobilimdeki gelişmeler, beyin ile bedenin birbirini nasıl etkilediğini somut verilerle ortaya koymaktadır. Örneğin, düzenli egzersizin sadece bedeni güçlendirmekle kalmayıp, aynı zamanda beyindeki serotonin ve dopamin gibi nörotransmitterlerin salgılanmasını artırarak ruh halini iyileştirdiği, depresyon belirtilerini azalttığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Aynı şekilde, olumlu düşünme tekniklerinin ve meditasyonun, stres hormonlarının düzeyini düşürerek bedensel sağlığı olumlu yönde etkilediği gözlemlenmektedir. İslam Geleneğinde İnsan: Nefs, Ruh ve Vahdet-i Vücud İslam düşüncesi ve geleneği, insanı Batı felsefesinin aksine, parçalanmış değil, bütüncül ve birleşik bir varlık olarak ele alır. Kur'an-ı Kerim, insanın yaratılışını yüceltirken, bu yüceliğin yalnızca fiziksel görünümü değil, aynı zamanda akıl, kalp ve ruhun uyumunu da kapsadığını vurgular. "Biz insanı en güzel biçimde yarattık" (Tin Suresi, 4) ayeti, bu bütünsel güzelliğin bir ifadesidir. Tasavvuf geleneği, insanın manevi tekâmül yolculuğunu anlamak için nefsin mertebeleri kavramını geliştirmiştir. Bu mertebeler, insanın kendi iç dünyasındaki dönüşümünü ve ruhsal gelişimini adım adım açıklar. Nefsin en alt mertebesi olan nefs-i emmare, kötülüğü emreden nefsi ifade ederken; nefs-i levvame, pişmanlık duyan ve kendini kınayan nefsi; nefs-i mülhime, ilham alan nefsi; nefs-i mutmainne, huzur bulan ve tatmin olmuş nefsi; nefs-i raziyye, Allah'tan razı olan nefsi; nefs-i merdiyye, Allah'ın kendisinden razı olduğu nefsi ve en üst mertebe olan nefs-i safiye, saf ve arınmış nefsi temsil eder. Bu yolculuk, insanın bedeni, zihni ve ruhunu aynı anda dönüştürmesini gerektirir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, bu ilişkiyi çarpıcı bir metaforla ifade eder: "Beden, ruhun bineğidir. Atını iyi besle ki, seni menziline taşısın." Bu söz, bedenin hor görülmemesi, aksine ruhun manevi yolculuğunda ona destek olacak bir araç olarak görülmesi gerektiğini hatırlatır. Oruç, namaz, zikir gibi eylemler, sadece bedensel değil, aynı zamanda zihinsel ve ruhsal boyutları da kapsayan bütünsel pratiklerdir. Bu pratikler, bedeni, zihni ve ruhu aynı ilahi çizgi üzerinde birleştirir. Muhyiddin İbn Arabî ise insanı "küçük âlem" (alem-i sagir) olarak tanımlayarak, insanın bedeni, zihni ve ruhunun, tüm evrenin bir mikrokozmosu olduğunu ifade eder. Ona göre insan, hem maddi hem de manevi boyutlarıyla varlığın bütün katmanlarının bir yansımasıdır. Bu nedenle insan, evrenin özündeki birliği ve Yaratıcı'nın tecellisini anlamak için bir anahtar konumundadır. İbn Arabî'nin Vahdet-i Vücud (varlığın birliği) anlayışı, tüm varoluşun tek bir hakikatten kaynaklandığını ve insanın da bu hakikatin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular. Bu bütünlük içinde beden, zihin ve ruh, birbirine zıt değil, aynı yaratılışın farklı tezahürleridir. Derviş ve Beden: Hikmetin Bütünsel Yolculuğu Rivayet edilir ki, genç bir derviş ruhunu arındırmak için var gücüyle çabalıyor, günlerce oruç tutuyor, geceler boyu uykusuz kalıyor ve bitkin düşüyordu. Ancak bu aşırı gayreti, bedenini o kadar zayıflatmıştı ki, zihni de bulanıklaşmaya başlamıştı. Bir gün bilge mürşidi onu bu perişan hâlde görünce yanına çağırdı. Derviş, ruhunu Allah'a yaklaştırmak için bedenin ne kadar önemsiz olduğunu söyledi. Mürşidi ise, "Oğul, sen ruhunu taşımakla görevli bedenini ihmal ediyorsun. Bilmez misin ki, ruh bu dünyada yolculuğunu bedenin sırtında yapar? Atını aç ve susuz bırakan bir yolcu menzile varabilir mi? Beden, ruhun bineğidir; ona iyi bakmazsan, seni yarı yolda bırakır," diyerek şöyle bir kıssa anlattı: "Bir seyyah, deveyle çıktığı yolculukta devesini hiç dinlendirip doyurmadı. Deve çölün ortasında çöktü, seyyah ise mahsur kaldı." Derviş, mürşidinin sözlerinden çok etkilendi ve ruh yolculuğunun sadece ibadetle değil, bedene şefkat göstermekle de tamam olduğunu anladı. O günden sonra derviş, ibadetlerini aksatmadan yapmaya devam etti, ancak bedenine de ihtiyacı kadar dinlenme ve beslenme sağladı. Beden güçlenince zihni berraklaştı, ruhu huzur buldu. Mürşidi ona son kez, "İnsan bir bütündür. Bedenini ihmal eden ruhunu taşıyamaz, ruhunu ihmal eden bedenini boş yere yorar, zihnini ihmal eden ise ikisini de şaşırtır. Gerçek insanlık, bu üçlü dengeyi kurmasındadır," diyerek öğüt verdi. Bu hikaye, bedenin ruhun manevi yolculuğunda bir yardımcı ve destek olduğunu açıkça göstermektedir. Bedenin sağlığı, zihnin berraklığı ve ruhun huzuru, birbirini karşılıklı olarak etkileyen unsurlardır. Yaşamın Sanatı: Zihin, Ruh ve Beden Dengesi Batı felsefesinin rasyonel analizi ile İslam geleneğinin mistik derinliği, farklı yöntemler ve dil kullanmış olsalar da, insan varlığının bütünlüğüne dair aynı hakikate işaret ederler. Zihin, ruh ve beden; birbirine karşıt veya rakip unsurlar değil, aksine birbirini tamamlayan, birbirini besleyen ve bir bütün oluşturan ayrılmaz parçalardır. Bu uyum yakalandığında, hayat sadece daha sağlıklı ve mutlu bir deneyim olmakla kalmaz, aynı zamanda bir sanat eserine dönüşür. Gerçek hikmet, yani derin bilgelik, zihnin bilgisi, kalbin tasdiki (inanması, kabullenmesi) ve bedenin eylemi birleştiğinde doğar. Bir bilgiye sahip olmak yeterli değildir; o bilginin kalpte yankı bulması ve bedensel eylemlere dönüşmesi gerekir. Aynı şekilde, manevi bir duygu (örneğin, Allah sevgisi) zihinsel bir anlayışla desteklenmeli ve bedensel davranışlarla (örneğin, iyilik yapmak) somutlaştırılmalıdır. İnsanın bu üçlü dengeyi kurması, sadece daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmesini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda varoluşunun derin anlamını kavramasına, evrendeki yerini daha net görmesine ve nihayetinde Yaratıcı'ya daha yakın olmasına vesile olur. Bu denge, kişinin hem dünyada hem de ahirette olgunlaşmasını ve kemâle ermesini sağlar. Belki de hepimizin hayat boyu hatırlaması ve hayatımıza rehber edinmesi gereken en temel gerçeklik şudur: "Zihin düşünür, beden taşır, ruh ise yön verir. Üçü birlikte insanı insan yapar." Bu cümle, zihnin analitik ve yaratıcı gücünü, bedenin eyleme geçme ve deneyimleme kapasitesini ve ruhun manevi yönünü, ahlaki pusulasını ve nihai gayesini özetler. Birini ihmal etmek, tüm dengeyi bozmak anlamına gelir. Hayatımızın her alanında bu bütünsel yaklaşımı benimsemek, bizi daha anlamlı, daha derin ve daha tatmin edici bir yaşam sürmeye davet eder. Bu, sadece kişisel bir gelişim değil, aynı zamanda toplumsal bir huzurun da temelini oluşturur. Kendini bütünsel olarak tanıyan ve bu bütünlüğü hayatına yansıtan bireyler, hem kendi iç dünyalarında hem de çevrelerinde barışı ve uyumu yeşerteceklerdir. Bu nedenle, zihnimizi ilimle, hikmetle ve doğru bilgilerle beslerken, bedenimize de gereken özeni göstermeli, onu sağlıklı tutmalı ve hareketli kılmalıyız. Aynı zamanda, ruhumuzun gıdası olan manevi değerlerden, sevgi, şükür, dua ve ibadetlerden uzak kalmamalıyız. Bu üç unsurun uyumlu dansı, yaşam sanatının en güzel örneklerini sergileyecektir.
"Bir insanı insan yapan nedir? Düşünceleri mi, kalbi mi, yoksa bedeni mi?" Bu kadim soru, insanlığın varoluşsal sancılarının merkezinde yer alır ve tarih boyunca filozofların, düşünürlerin ve mistiklerin zihinlerini meşgul etmiştir.

. Günlük hayatımızda bile, yorgun bir sabah bedenimizin ağırlığını hissederken, endişeli bir anın zihnimizi esir almasına veya huzurlu bir anın ruhumuzu sarmalamasına şahit oluruz. Ancak gerçekte, bu üç unsurdan hiçbiri tek başına bir insanı tanımlamaya yetmez; onlar, birbirini tamamlayan ve ayrılmaz bir bütün oluşturan unsurlardır.

Batı Felsefesinde Kırılmalar ve Beden-Zihin İkililiği

Batı düşünce tarihinde, bu bütünsel yaklaşımı sorgulayan ve zihin ile bedeni ayırma eğilimini başlatan en önemli figürlerden biri René Descartes'tır. Kartezyen felsefenin temelini oluşturan "Düşünüyorum, öyleyse varım" (Cogito, ergo sum) önermesi, düşünceyi varoluşun en temel kanıtı olarak kabul eder. Descartes, zihni "res cogitans" (düşünen töz) olarak tanımlarken, bedeni "res extensa" (uzayda yer kaplayan töz) olarak nitelendirmiş ve bu iki töz (şey) arasında keskin bir ayrım yapmıştır. Bu Kartezyen ikilik, modern bilimin ve rasyonalizmin gelişimine büyük katkılar sağlamış olsa da, insan doğasının bütünlüğünü anlamada bazı temel sorunları da beraberinde getirmiştir.

Antik Yunan düşüncesinde ise bu ikiliğe karşı farklı yaklaşımlar da mevcuttu. Platon, idealar dünyasına ulaşma yolunda bedeni ruhun bir "zindanı" olarak görse de, ruhun bedenle olan ilişkisini tamamen reddetmemiştir. Buna karşılık Aristoteles, ruhu bedenin "formu" olarak tanımlayarak, ruh ve bedenin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu savunmuştur. Ona göre ruh, bedenin potansiyelini gerçekleştiren ilkedir ve beden olmadan ruh, düşünce ve eylem imkanını yitirir.

Günümüzdeki bilimsel araştırmalar da bu bütünsel yaklaşıma giderek daha fazla destek vermektedir. Nörobilimdeki gelişmeler, beyin ile bedenin birbirini nasıl etkilediğini somut verilerle ortaya koymaktadır. Örneğin, düzenli egzersizin sadece bedeni güçlendirmekle kalmayıp, aynı zamanda beyindeki serotonin ve dopamin gibi nörotransmitterlerin salgılanmasını artırarak ruh halini iyileştirdiği, depresyon belirtilerini azalttığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Aynı şekilde, olumlu düşünme tekniklerinin ve meditasyonun, stres hormonlarının düzeyini düşürerek bedensel sağlığı olumlu yönde etkilediği gözlemlenmektedir.

İslam Geleneğinde İnsan: Nefs, Ruh ve Vahdet-i Vücud

İslam düşüncesi ve geleneği, insanı Batı felsefesinin aksine, parçalanmış değil, bütüncül ve birleşik bir varlık olarak ele alır. Kur'an-ı Kerim, insanın yaratılışını yüceltirken, bu yüceliğin yalnızca fiziksel görünümü değil, aynı zamanda akıl, kalp ve ruhun uyumunu da kapsadığını vurgular. "Biz insanı en güzel biçimde yarattık" (Tin Suresi, 4) ayeti, bu bütünsel güzelliğin bir ifadesidir.

Tasavvuf geleneği, insanın manevi tekâmül yolculuğunu anlamak için nefsin mertebeleri kavramını geliştirmiştir. Bu mertebeler, insanın kendi iç dünyasındaki dönüşümünü ve ruhsal gelişimini adım adım açıklar. Nefsin en alt mertebesi olan nefs-i emmare, kötülüğü emreden nefsi ifade ederken; nefs-i levvame, pişmanlık duyan ve kendini kınayan nefsi; nefs-i mülhime, ilham alan nefsi; nefs-i mutmainne, huzur bulan ve tatmin olmuş nefsi; nefs-i raziyye, Allah'tan razı olan nefsi; nefs-i merdiyye, Allah'ın kendisinden razı olduğu nefsi ve en üst mertebe olan nefs-i safiye, saf ve arınmış nefsi temsil eder. Bu yolculuk, insanın bedeni, zihni ve ruhunu aynı anda dönüştürmesini gerektirir.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, bu ilişkiyi çarpıcı bir metaforla ifade eder: "Beden, ruhun bineğidir. Atını iyi besle ki, seni menziline taşısın." Bu söz, bedenin hor görülmemesi, aksine ruhun manevi yolculuğunda ona destek olacak bir araç olarak görülmesi gerektiğini hatırlatır. Oruç, namaz, zikir gibi eylemler, sadece bedensel değil, aynı zamanda zihinsel ve ruhsal boyutları da kapsayan bütünsel pratiklerdir. Bu pratikler, bedeni, zihni ve ruhu aynı ilahi çizgi üzerinde birleştirir.

Muhyiddin İbn Arabî ise insanı "küçük âlem" (alem-i sagir) olarak tanımlayarak, insanın bedeni, zihni ve ruhunun, tüm evrenin bir mikrokozmosu olduğunu ifade eder. Ona göre insan, hem maddi hem de manevi boyutlarıyla varlığın bütün katmanlarının bir yansımasıdır. Bu nedenle insan, evrenin özündeki birliği ve Yaratıcı'nın tecellisini anlamak için bir anahtar konumundadır. İbn Arabî'nin Vahdet-i Vücud (varlığın birliği) anlayışı, tüm varoluşun tek bir hakikatten kaynaklandığını ve insanın da bu hakikatin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular. Bu bütünlük içinde beden, zihin ve ruh, birbirine zıt değil, aynı yaratılışın farklı tezahürleridir.

Derviş ve Beden: Hikmetin Bütünsel Yolculuğu

Rivayet edilir ki, genç bir derviş ruhunu arındırmak için var gücüyle çabalıyor, günlerce oruç tutuyor, geceler boyu uykusuz kalıyor ve bitkin düşüyordu. Ancak bu aşırı gayreti, bedenini o kadar zayıflatmıştı ki, zihni de bulanıklaşmaya başlamıştı.

Bir gün bilge mürşidi onu bu perişan hâlde görünce yanına çağırdı. Derviş, ruhunu Allah'a yaklaştırmak için bedenin ne kadar önemsiz olduğunu söyledi. Mürşidi ise, "Oğul, sen ruhunu taşımakla görevli bedenini ihmal ediyorsun. Bilmez misin ki, ruh bu dünyada yolculuğunu bedenin sırtında yapar? Atını aç ve susuz bırakan bir yolcu menzile varabilir mi? Beden, ruhun bineğidir; ona iyi bakmazsan, seni yarı yolda bırakır," diyerek şöyle bir kıssa anlattı:

"Bir seyyah, deveyle çıktığı yolculukta devesini hiç dinlendirip doyurmadı. Deve çölün ortasında çöktü, seyyah ise mahsur kaldı."

Derviş, mürşidinin sözlerinden çok etkilendi ve ruh yolculuğunun sadece ibadetle değil, bedene şefkat göstermekle de tamam olduğunu anladı. O günden sonra derviş, ibadetlerini aksatmadan yapmaya devam etti, ancak bedenine de ihtiyacı kadar dinlenme ve beslenme sağladı. Beden güçlenince zihni berraklaştı, ruhu huzur buldu. Mürşidi ona son kez, "İnsan bir bütündür. Bedenini ihmal eden ruhunu taşıyamaz, ruhunu ihmal eden bedenini boş yere yorar, zihnini ihmal eden ise ikisini de şaşırtır. Gerçek insanlık, bu üçlü dengeyi kurmasındadır," diyerek öğüt verdi.

Bu hikaye, bedenin ruhun manevi yolculuğunda bir yardımcı ve destek olduğunu açıkça göstermektedir. Bedenin sağlığı, zihnin berraklığı ve ruhun huzuru, birbirini karşılıklı olarak etkileyen unsurlardır.

Yaşamın Sanatı: Zihin, Ruh ve Beden Dengesi

Batı felsefesinin rasyonel analizi ile İslam geleneğinin mistik derinliği, farklı yöntemler ve dil kullanmış olsalar da, insan varlığının bütünlüğüne dair aynı hakikate işaret ederler. Zihin, ruh ve beden; birbirine karşıt veya rakip unsurlar değil, aksine birbirini tamamlayan, birbirini besleyen ve bir bütün oluşturan ayrılmaz parçalardır. Bu uyum yakalandığında, hayat sadece daha sağlıklı ve mutlu bir deneyim olmakla kalmaz, aynı zamanda bir sanat eserine dönüşür.

Gerçek hikmet, yani derin bilgelik, zihnin bilgisi, kalbin tasdiki (inanması, kabullenmesi) ve bedenin eylemi birleştiğinde doğar. Bir bilgiye sahip olmak yeterli değildir; o bilginin kalpte yankı bulması ve bedensel eylemlere dönüşmesi gerekir. Aynı şekilde, manevi bir duygu (örneğin, Allah sevgisi) zihinsel bir anlayışla desteklenmeli ve bedensel davranışlarla (örneğin, iyilik yapmak) somutlaştırılmalıdır.

İnsanın bu üçlü dengeyi kurması, sadece daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmesini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda varoluşunun derin anlamını kavramasına, evrendeki yerini daha net görmesine ve nihayetinde Yaratıcı'ya daha yakın olmasına vesile olur. Bu denge, kişinin hem dünyada hem de ahirette olgunlaşmasını ve kemâle ermesini sağlar.

Belki de hepimizin hayat boyu hatırlaması ve hayatımıza rehber edinmesi gereken en temel gerçeklik şudur:

"Zihin düşünür, beden taşır, ruh ise yön verir. Üçü birlikte insanı insan yapar."

Bu cümle, zihnin analitik ve yaratıcı gücünü, bedenin eyleme geçme ve deneyimleme kapasitesini ve ruhun manevi yönünü, ahlaki pusulasını ve nihai gayesini özetler. Birini ihmal etmek, tüm dengeyi bozmak anlamına gelir.

Hayatımızın her alanında bu bütünsel yaklaşımı benimsemek, bizi daha anlamlı, daha derin ve daha tatmin edici bir yaşam sürmeye davet eder. Bu, sadece kişisel bir gelişim değil, aynı zamanda toplumsal bir huzurun da temelini oluşturur. Kendini bütünsel olarak tanıyan ve bu bütünlüğü hayatına yansıtan bireyler, hem kendi iç dünyalarında hem de çevrelerinde barışı ve uyumu yeşerteceklerdir.

Bu nedenle, zihnimizi ilimle, hikmetle ve doğru bilgilerle beslerken, bedenimize de gereken özeni göstermeli, onu sağlıklı tutmalı ve hareketli kılmalıyız. Aynı zamanda, ruhumuzun gıdası olan manevi değerlerden, sevgi, şükür, dua ve ibadetlerden uzak kalmamalıyız. Bu üç unsurun uyumlu dansı, yaşam sanatının en güzel örneklerini sergileyecektir.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve radikalgazete.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.