İslam coğrafyasında iç çatışmalar ve savaşlar maalesef bitmek bilmiyor. Bunun sebeplerini görmediğimiz sürece bitmeyecekte.
ABD Eski Başkanı Franklin D. Roosevelt: “Siyasette hiçbir şey tesadüf değildir. Bir şey vuku buluyorsa o şeyin önceden planlandığından emin olabilirsiniz'' Bu perspektifte Ortadoğu’daki çatışma ve savaşlara bakmak ve önlemlerini almak gerek.
Ortadoğu’da yaşanan çatışmaların, iç savaşların ve bölünmelerin temel hedefi, İsrail’in güvenliğini sağlamaktır.
ABD’nin bölgedeki temel ve değişmez dış politika önceliği de bu güvenliğin teminat altına alınmasıdır.
Bu doğrultuda yürütülen stratejiler; güçlü devletlerin bırakılmaması, etnik, dini ve mezhepsel grupların karşı karşıya getirilmesi, silahlandırılması ve sürekli bir çatışma ortamı üzerine kuruludur.
Kürt halkı, dört ülkeye yayılmış nüfusları ve stratejik coğrafi konumları nedeniyle hem emperyalist güçlerin çıkar oyunlarının hem de bölgesel aktörlerin politik hesaplarının merkezinde olmuşlardır.
ABD, İsrail ve diğer Batılı müttefikleri (İngiltere, Fransa vb.), güçlü, bağımsız ve birleşik bir Ortadoğu devleti istememekte; bu nedenle:
• Kürtleri Türklerle, Araplarla ve Farslarla,
• Arapları Kürtlerle, Türkmenlerle, Alevilerle, Dürzilerle,
• Türkleri, Kürtlerle ve Alevilerle
• Farsları, Kürtlerle ve diğer etnik gruplarla çatıştırmaktadır.
Bu döngüsel çatışmalar; sadece halkları değil, devletleri de yıpratmakta, dış müdahalelere açık hale getirmektedir.
Filistin’den Lübnan’a, Irak’tan Suriye’ye ve hatta Türkiye’ye kadar uzanan bu stratejik kuşatma, bölgeyi sürekli bir istikrarsızlık döngüsünde tutmaktadır.
Stratejik Bir Halk ve Ümmetin Yetimleri Kürtler
Ağırlıklı olarak Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de yaşayan Kürt halkı, tarihsel olarak Müslüman kimliğine sahip olmasına rağmen, yine aynı dine mensup yaşadıkları devletler tarafından en çok, inkar, asimilasyon, baskı ve ayrımcılığa maruz kalan halk olmuştur. Bundan dolayı da ümmetin yetimleri olarak anılmaktalar.
2011 yılında Suriye’de başlatılan iç savaş ve ardından gelen kaos ortamı, ülkenin çeşitli bölgelere ayrılmasına yol açmış; bu süreçte halklar kendi güvenliklerini sağlama gayretine girmiştir.
Kürtler, hem Esad rejimine hem de IŞİD gibi radikal unsurlara karşı mücadele etmek durumunda kalmış, bu çerçevede SDG, PYD ve YPG gibi yapılar ön plana çıkmıştır.
ABD’de, bölgedeki stratejik çıkarları doğrultusunda söz konusu yapıları silahlandırmıştır. Suriye’de yaşanan bu parçalanma sürecinden en fazla karlı çıkan ise İsrail olmuştur.
Peki ABD ve İsrail, hedeflerine ulaştı ve planları bitti mi elbette hayır. Arz-ı Mev’ut hayalleri ve çevre ülkeleri işgal planları devam ettiği için Türkiye ile PYD’yi de çatıştırarak bu kaotik süreci daha da derinleştirmeye çalışmaktadır.
Türkiye ve PYD bu tuzağa düşmemelidir. Bu noktada Türkiye’nin PYD ile doğrudan temas kurması, sorunları masada çözmeye çalışması elzemdir.
Türkiye’nin Rolü: Yeni Bir Perspektif Mümkün mü?
Türkiye, PKK ile 40 yılı aşkın süredir süregelen çatışmayı sona erdirme yönünde önemli ve doğru bir adım atmıştır.
Ancak bu yaklaşım, yalnızca iç politika ile sınırlı kalmamalı; Suriye özelinde de yapıcı ve diplomatik bir çizgiye evrilmelidir.
Türkiye PKK ile çatışmayı bitirmeye çalışırken Suriye’de yeni bir çatışma ve savaş ortamına girmemelidir.
Türkiye, Şamdan yana ve Kürtlere baskı yapan değil, Şam, SDG ve Kürtlerin diğer meşru temsilcileri arasında arabulucu rolünde olmalıdır.
Türkiye, Kürt halkını da soydaş görüp haklarını ve kazanımlarını savunursa hem olası bir savaşı önleyebilir hem de bölgedeki barış sürecine liderlik edebilir.
Bu sadece Türkiye’nin değil, bölgedeki bütün halkların da yararına olacağı gibi ABD ve İsrail’in bölgedeki plan ve beklentilerine de darbe vurmuş olacak.
Vesselam