Sabahları çalan alarmın sesiyle irkilerek güne başlıyoruz. Kahvaltıyı aceleyle yapıp işe yetişmeye çalışıyoruz. Trafikte geçen dakikalar, iş yerinde üst üste gelen görevler, telefonun hiç susmayan bildirimleri… Günümüz insanı sanki hiç bitmeyen bir maratonun içinde yaşıyor. Bir gün bitmeden diğerine yetişmeye çalışırken çoğu zaman farkında bile olmadan en önemli şeyi yitiriyoruz: kendi iç sesimizi.
Çoğumuz gecenin sessizliğinde ya da günün bir anında içten içe şu soruyu soruyoruz:
“Ben aslında ne istiyorum? Bunca koşturmacaya rağmen neden huzuru bulamıyorum?”
Oysa huzur, dışarıdan satın alınacak bir şey değil. Bir tatil köyünde, bir alışverişte ya da yeni bir başarıda kalıcı olarak bulunmaz. Huzur, insanın içinde, derinlerde saklıdır. Bazen bir dua, bazen bir tebessüm, bazen de sadece derin bir nefesle kendini gösterir. Ve bu yolculuğun ilk adımını Mevlânâ bize hatırlatır:
“Bişnev!” – Dinle!
Dinlemek: Kulağın Değil, Kalbin İşi
Bugün çoğumuz çok şey duyuyoruz ama az şey dinliyoruz. Çünkü dinlemek, sadece kulağın yaptığı bir iş değil. Kalbin de devreye girmesi gereken bir eylem. Mevlânâ’nın “Bişnev” çağrısı tam da buna işaret ediyor: Kalbin kulağıyla dinlemek…
Dış dünyanın gürültüsünü kısmadan içimizdeki sesi duyamıyoruz. Günlük koşuşturma içinde hep başkalarının söylediklerine, sosyal medyanın dayattıklarına kulak veriyoruz. Ama kendi özümüz, ruhumuz, vicdanımız bize fısıldamaya çalışıyor. İşte gerçek huzur, o fısıltıyı işittiğimiz anda başlıyor.
Kur’an’da şöyle buyruluyor:
“Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte Allah’ın hidayet ettiği kimseler onlardır.” (Zümer, 39/18)
Demek ki dinlemek, sadece bir beceri değil; hayat yolumuzu aydınlatan bir rehber.
Sessizliğin Hazinesi: Mesnevî’den Bir Hikâye
Mevlânâ, hakikatleri hikâyelerle öğretir. Bir padişahın, gizemli bir kapının ardında ne olduğunu halkına sorduğu kıssayı düşünelim. Kimisi altın, kimisi mücevher, kimisi nadide bir kuş der. Herkes, en değerli hazinenin orada olduğuna inanır. Gün gelir, kapı açılır ve içeride hiçbir şey yoktur. Sadece sessizlik.
İnsanlar şaşırır, hatta hayal kırıklığına uğrar. Çünkü sandıkları hazine orada değildir. Mevlânâ bu hikâyeyle bize şunu anlatır: Asıl hazine dışarıda aradığımız şeylerde değil; içimizdeki sükûnettedir.
Bu kıssa, modern insanın hâlini de özetliyor. Daha fazla kazanç, daha iyi kariyer, daha prestijli unvanlar için çabalarken, asıl hazineyi, yani kalbimizin dinginliğini kaybediyoruz.
Modern Dünyada Huzur Arayışı
Bugün psikoloji de bize şunu söylüyor: İnsan zihni sürekli meşgul olduğunda kaygı artıyor, mutluluk azalıyor. Mindfulness adı verilen farkındalık çalışmaları, kişiyi “şimdi ve burada”ya çağırıyor. Yani geçmişin yükünden, geleceğin kaygısından kurtarıp anın huzurunu duymaya davet ediyor.
Mevlânâ’nın çağrısı da aslında aynı: Dinle. Çünkü huzur, dışarıda değil, içimizde.
Huzurun Sosyal Yüzü: Ben’den Biz’e
Elbette huzur sadece bireysel bir deneyim değil. İnsan, başkalarıyla var olan bir varlık. Kalbimiz, başka kalplere dokunmadan tam anlamıyla huzur bulamıyor.
Peygamber Efendimiz’in şu sözü, bu gerçeği özetler:
“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (Taberânî)
Bir yetimin başını okşamak, yaşlı bir komşunun kapısını çalmak, gönüllü bir işte emek vermek… Bunların hepsi sadece karşıdakine fayda sağlamaz. Bizim de kalbimizi onarır.
Kur’an da bize yol gösteriyor:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olanla sav. O zaman, seninle aranda düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluverir.” (Fussilet, 41/34)
Başkalarının kalbine dokunduğumuzda aslında kendi kalbimizin boşluklarını doldururuz. Çünkü iyilik, insanı dar bir benlikten çıkarır, geniş bir “biz” duygusuna taşır.
Şükür: Ruhun Gıdası
İç huzurun bir başka sırrı da şükürdür. Bugün elimizde olanların kıymetini bilmek, elimizde olmayanın peşinde koşmaktan çok daha kıymetli.
Hz. Peygamber’in şu hadisi hatırlatıcıdır:
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil; gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikak, 15)
Modern bilim de bu hakikati doğruluyor. Pozitif psikoloji çalışmalarında, düzenli şükür günlüğü tutan insanların daha az kaygılı, daha mutlu ve daha dengeli oldukları görülüyor. Yani şükür, sadece bir ibadet değil; ruhun en etkili terapilerinden biri.
Küçük Duraklar: Huzurun Günlük Pratikleri
Huzura ulaşmak için dağlara çıkmaya, büyük değişimlere gerek yok. Bazen bir fincan çayın buharında, bazen bir çocuğun gülüşünde, bazen gün batımının turuncusunda bulabiliriz huzuru.
Kendimize küçük duraklar armağan etmek yeterli:
- Sabah uyandığımızda şükürle güne başlamak,
- Gün içinde birkaç dakika nefesimizi fark etmek,
- Telefonu bir kenara bırakıp sessizliği dinlemek,
- Sevdiklerimizle gönülden birkaç söz paylaşmak…
Bu küçük adımlar, içimizdeki büyük kapıları aralar.
Son Söz: Dinlemeyi Öğrenmek
Huzur, bir kez elde edip cebimize koyacağımız bir şey değil. Her gün yeniden aranacak, yeniden bulunacak bir denge. Hayatın fırtınaları hiç bitmeyecek, ama biz kalbimizdeki sessiz limanı bulabiliriz.
İşte bu yüzden Mevlânâ’nın çağrısı hâlâ güncel:
“Bişnev!” – Dinle!
Dinleyelim: Kendimizi, kalbimizi, ruhumuzu… Çünkü belki de yıllardır dışarıda aradığımız huzur, çoktan içimizde saklı.