Modern dünyada "zeka" denilince aklımıza hemen IQ gelir. Sayılarla, mantıkla ve analitik düşünmeyle ilgili olan bu zeka türü, hayatın bir kısmını anlamamıza yardımcı olur. Ancak, ruhsal zeka kavramı, hayatın daha derin, daha karmaşık ve çoğu zaman gözle görülmeyen katmanlarını anlamamızı sağlayan bambaşka bir bilinç düzeyini ifade eder.
Ruhsal zeka, sadece akla veya duygusal tepkilere dayanan bir zeka değildir. O, varoluşsal anlam arayışıyla başlar. Neden buradayız? Başıma gelen bu olayların ardında ne gibi bir anlam yatıyor? Acılarım bana ne öğretmek istiyor? Bu sorulara cevap arayan bir zekadır.
Bu zeka, üç temel boyutta kendini gösterir:
Kendini Aşma Bilinci (Transandans): Bu, bireyin kendi egosunun ve maddi dünyanın ötesine geçme yeteneğidir. Kişisel çıkarların, günlük kaygıların ve sınırlı düşüncelerin ötesine bakabilmeyi içerir. En basit tabirle, bir olayın sadece "bana ne getirdiği" sorusundan, "bu olay evrenin büyük resminde nerede duruyor?" sorusuna geçme yeteneğidir. Bu bilinç, kişiye hayatın daha büyük bir amaca hizmet ettiğini hissettirir.
Yüksek Biliş (Birlik Bilinci): Bu boyut, evrendeki her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu derin inancıdır. Hiçbir olayın rastgele olmadığını, her şeyin birbiriyle ilişkili ve birbirini etkilediğini fark etmektir. Bir kelebeğin kanat çırpışının okyanusun diğer ucunda fırtınaya neden olması gibi, en küçük olayların bile büyük bir zincirleme reaksiyonun parçası olduğunu idrak etmektir. Bu, "ben ve diğerleri" ayrımından "biz" bilincine geçmeyi sağlar.
İçsel Hikmet (Sezgisel Farkındalık): Ruhsal zeka, bilgi ve mantık dışında, kalbin sezgisel rehberliğine güvenme yeteneğidir. Bazen bir karar alırken, mantığımızın bize farklı bir şey söylediği ama iç sesimizin "doğru olan bu" dediği anlar olur. Bu iç ses, ruhsal zekanın en net ifadesidir. Bu zeka, sadece bilgiyi işlemekle kalmaz, aynı zamanda olayların ardındaki metafiziksel hikmeti ve anlamı yakalar.
Ruhsal zeka, modern bilimin ve dinin kesiştiği noktada durur. O, fiziksel dünyanın ötesine geçen bir düşünme biçimidir; hayatı sadece bir dizi sebep-sonuç zinciri olarak değil, aynı zamanda ruhsal büyüme ve uyanış için bir fırsatlar dizisi olarak görme becerisidir. İşte bu yüzden "şans" ya da "kaza" olarak gördüğümüz olayların ardındaki derin anlamı keşfedebilmek için, bu zekayı geliştirmeye ihtiyacımız vardır.
İbn Arabi'nin Hikmet Aynasında Ruhsal Zeka
Modern çağın karmaşası içinde sık sık "şans," "kaza" veya "tesadüf" kelimelerine sığınırız. Oysa bu kelimelerin ardındaki perdeyi aralayanlar, olayların derin bir düzenin, ilahi bir hikmetin tecellisi olduğunu görürler. İşte bu derin görüş, yüzyıllar önce İbn Arabi'nin öğretilerinde “ruhsal zeka” kavramıyla yankılanır. O, varlığın birliğini (vahdet-i vücud) savunurken, her şeyin, her anın ve her olayın ilahi bir yansıma olduğunu söyler. Tesadüf diye bir şey yoktur; olan her şey, kozmik bir nizamın parçasıdır.
İbn Arabi'ye göre, akıl sadece sebep-sonuç ilişkilerini algılayabilirken, kalp hakikatin bütününü kavrar. Olayların sadece görünen yüzüne bakmak, bir okyanusun üzerindeki köpüklere bakıp derinliğini anlamaya çalışmak gibidir. Gerçek idrak, kalbin gözüyle olur ve bu da ruhsal zekanın ta kendisidir. Bu zeka, sadece "ne" olduğunu değil, aynı zamanda "neden" olduğunu ve ardındaki hikmeti anlamayı sağlar.
Bir Kapı, Üç Farklı Bakış
Bu derin hikmeti daha iyi anlamak için, İbn Arabi'nin tasavvufi geleneğinde sıkça rastlanan şu hikayeyi anlatalım.
Bir zamanlar, yolculuk yapan üç derviş, ıssız bir çölde bir gece konaklamıştı. Sabah uyandıklarında, tam karşılarında, hiçbir şeyin olmadığı bir yerde pırıl pırıl parlayan gizemli bir kapı buldular.
Birinci derviş kapıya yaklaştı, yüzünü buruşturarak "Bu kapı ne işe yarar? Arka tarafında ne var? Hiçbir yere çıkmıyor. Bu bir tuzak olmalı" dedi. O sadece kapının maddesel varlığını ve mantıksızlığını görüyordu. Aklın süzgecinden geçiremediği bu durumu bir anlamsızlık olarak yorumladı. Bu derviş, modern dünyada olayların sadece fiziksel nedenlerini ve sonuçlarını görmeye çalışan insanları temsil ediyordu.
İkinci derviş ise kapıya yaklaştı, dokundu ve gülümsedi. "Ne ilginç! Bu kapının burada olması ne büyük bir tesadüf. Belki de bir zamanlar burada bir bina vardı ve geriye sadece bu kaldı" dedi. O, olayı bir rastlantı olarak görüyordu. Bu derviş, hayatı rastgele şanslarla dolu bir oyun olarak gören, her olayı bir tesadüfe bağlayan insanları simgeliyordu.
Üçüncü derviş ise kapının karşısına geçip oturdu ve uzun uzun tefekkür etti. Gözlerini kapattı, kalbini dinledi. Sonra kapıya doğru yaklaştı, avucunu kapının üzerine koydu ve "Bu kapı, aslında kalbime açılan bir kapıymış" dedi. "Dışarıya açılmıyor, çünkü açılması gereken yer dışarısı değil, içerisiymiş. Bu kapı, ilahi hikmetin bana gönderdiği bir işaretmiş. Olaylar, birer kapıymış. Gerçekte nereye çıktıkları önemli değil, önemli olan, kalbe ne anlattıklarıymış."
Hikmetin Kapısını Açmak
Bu hikaye, ruhsal zekanın üç boyutunu çok güzel anlatır.
Birinci derviş akla takılı kalan, her şeyi mantıkla çözmeye çalışan zihindir. Bu zihin, ilahi hikmeti ve olayların manevi derinliğini göremez.
İkinci derviş olayları şansa bağlayarak, hayatın kontrolünü elinden kaçıran, derin anlamlardan bihaber olan bir zihindir.
Üçüncü derviş ise ruhsal zekaya sahip olandır. O, bir kapının sadece bir kapı olmadığını, bir işaretten, bir tecelliden ibaret olduğunu anlar. Her olayın, hatta en zorlu olanların bile, içsel bir keşfe, ruhsal bir büyümeye vesile olduğunu idrak eder. Bu anlayış, İbn Arabi'nin "Vahdet-i Vücud" felsefesinin kalbinde yer alır: Dış dünyadaki her tecelli, iç dünyamızı aydınlatmak için vardır.
Hayatı sadece akıl ve tesadüf gözüyle okumak, bir kitabın sadece kapak tasarımını incelemek gibidir. İbn Arabi'nin ruhsal zekası, bize kalbimizin ve ruhumuzun derinliklerine inerek, her olayın ardındaki ilahi düzeni ve hikmeti görmeyi öğretir. Zira, en zorlu anlarımız bile, kalbimizi açacak birer kapıdan ibarettir. Ve o kapının anahtarı, dışarıda değil, daima içeridedir.
Gençlere Bir Bakış Açısı Önerisi
Sevgili gençler, hayatın hız treninde bazen başınız dönebilir. Her şeyin kontrolünüzden çıktığını hissedebilirsiniz. Başarısızlıklar, beklenmedik zorluklar karşısında "neden ben?" diye sormak yerine, bu olaylara yeni bir gözle bakmayı deneyin.
Düşüncelerinizi sadece "Ne oldu?" sorusundan "Bu bana ne öğretti?" sorusuna çevirin. Bir iş başvurusu reddedildiğinde, belki de orası size göre değildi ve hayat sizi daha iyi bir yola yönlendiriyordu. Bir ilişkiniz bittiğinde, belki de o deneyim, kendinizi daha iyi tanımanız ve olgunlaşmanız içindi.
Hayatınızı bir tesadüfler zinciri olarak görmek yerine, ruhsal zekanızla her olayın ardındaki hikmeti anlamaya çalışın. Kalbinizle dinleyin. Dış dünyadaki her şey, iç dünyanızda bir kapı açmak için size gönderilmiş birer işarettir. Kendinize güvenin, cesur olun ve en önemlisi, kalbinizin size anlattığı hikayeyi dinlemeye başlayın. O hikaye, sizi daima en doğru yola götürecektir.